a- Dua Nedir?

‘Dua’ kelimesi, ‘davet’ ve ‘da’va’ gibi aynı kökten gelmektedir.

‘Davet’ veya ‘da’va’, sözlükte, çağırmak, seslenmek, yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir.

 

‘Dua’, sözlükte, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, aciz olandan güçlü olana doğru meydana gelen bir istek ve niyazda bulunmadır. Küçüğün büyükten olan ricası, söz, fiil ve davranış olarak yalvarmak, samimi istek ve içtenlikle olur.

Kavram olarak ‘dua’, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisine lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arzetmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arzeder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, bağış, af ve merhamet, güç ve destek ister. Bu durum, kulun Allah’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir.

 

b- Dua ve Davet

‘Davet’ ve ‘dua’ kelimeleri Kur’an’da bazen farklı anlamlarda, bazen de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Kimi âyetlerde ‘davet’, bir çağrı, bir nida, bir seslenme manasında geçtiği gibi, aynı kelime fiil ve isim olarak ‘dua-yakarış, yardım isteği manasında da kullanılmaktadır. (Bakınız: Davet)

‘Davet; aynı zamanda isimlendirme diyebileceğimiz bir şekilde de geçmektedir. Müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlarına ilâh demektedirler, onları ilâhımız diye çağırmaktadırlar. Sonra da bu şekilde adlandırdıkları putlarından yardım istemektedirler. “O’ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” (7/A’raf, 197. Ayrıca bak: 22/Hacc, 73)

Dikkat edilirse burada ilâh diye çağrılan putlardan bir şey isteme aynı kelime ile ifade edilmektedir. Bu çağrının arkasında bir dua, yani yalvarıp yakarma, yardım isteme anlayışı yatmaktadır.

Biz ‘davet’ kelimesini sözlük anlamıyla, ‘dua’yı ise bir ibadet, bir kulluk eylemi, bir sığınma ve yardım isteği olarak almak istiyoruz. Buna göre çağrı Allah’tan insana doğru olursa ‘da’vet’, kuldan Allah’a doğru olursa ‘dua’ dememiz uygun olacaktır.

Şöyle de düşünebiliriz: Sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Rabbimiz kendi yarattığı kulundan bir şey istemez, ona muhtaç değildir. Allah’ın insandan bir yardım istemesi akıl ve din dışıdır. Böyle bir şey düşünülemez bile. Öyleyse Kur’an’da geçen ‘davet’ (Allah’ın duası) kullarını hidâyete bir çağrıdır, bir uyarıdır ve kulluk yapmaları için onları bir teşviktir.  

Yaratılmış olan, çok sınırlı gücü bulunan ve her zaman başkasına ve başka şeye muhtaç olan, aciz ve zelil bir kulun Allah’tan bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olamaz. Onun, Allah’tan bir şey istemesi aşağıdan yukarıya doğru, aciz olandan güçlü olana doğru bir yakarıştır. Tazim (yüce sayma) anlayışı, samimiyet ve boynu bükük bir halde olmalıdır. Hatta Rabbin çağrısına uyup da mü’min olanlar, Hz. Peygambere bile kendi aralarında seslendikleri gibi seslenemezler, O’nu sıradan bir insan gibi çağıramazlar. (49/Hucurat, 1-2)

 

c- Duanın Önemi

Her konuda Rabbine muhtaç, aciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine dua etmesi, Rabbe yakışan da kulunun içten yaptığı duayı dilerse kabul etmesidir.

Mü’minlerin Allah’a dua etmelerini emreden bizzat Rabbimizdir. Kur’an söyle diyor:

“Rabbiniz dedi ki : ‘Bana dua edin, size icabet edeyim (karşılığını vereyim). Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak Cehenneme gireceklerdir.” (40/Ğafir, 60)

Bazı insanlar kendilerini Allah’tan müstağni görürler, Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar, kendilerini güçlü sanan kibirli kimselerdir (müstekbirlerdir). Böyle kimseler Allah’a dua etmeyi lüzumsuz sayarlar, buna ihtiyaçları olmadığını sanırlar. Âyette, dua ile ibadet kavramlarının beraber anılması da önemlidir. Buna göre dua, ibadetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünlerler.

Rabbimiz (cc) kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor. (2/Bakara, 186)

Kur’an’ın bir çok âyetinde Peygamberimize sorulan sorulara ‘söyle ki, de ki’ sözüyle başlayan cevaplar verilmektedir. Ancak bu âyette, ‘kullarım sana benden sorarlarsa ben onlara yakınım’ buyurmaktadır. Diğer âyetlerde olduğu gibi ‘de ki’ sözü kullanılmamıştır. Buradaki yakınlık ‘dua’ ile açıklanmıştır ki, bu dua’nın arada bir aracı olmaksızın Allah’a yapılması gerektiğine bir işarettir. Dua zamanı, Allah ile kul arasında hiç bir aracı yoktur. Tıpkı ibadette olduğu gibi.

Allah (cc) kendisine ibadet ve dua eden kullarına yakındır. Bu yakınlık elbette mecazi olup, Allah’ın kulun ibadet ve duasına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, dua ve ibadette bulunan kulun derecesinin yüksekliğini ifade eder. Allah (cc), dua eden, kendisinden isteyen, kendisine başvuran, acizliğini, yetmezliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sevmektedir. Çünkü dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir, O’nun yüceliğine iman etmektir, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmektir.

Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir.

Dua etmeyen kullarına karşı Allah’ın sitemi şöyledir:

“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” (25/Furkan, 77)

Hakk dini yalanlayan kimseler dua etmekten de kaçınırlar. Çünkü öyleleri yakaracak, çağıracak başka ilâhlar bulurlar. Hallerini onlara arzederler, yalancı ilâhların onların imdadına koşmalarını beklerler. İman edip te Allah’a yakaran kulların dereceleri ise Allah’ın dilediği yere kadar yükselir.

Dua eden kulun kalbi Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa, duası amacına ulaşmaz. Nefsin istekleri, Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar, duayı hedefinden uzaklaştırır. Dua’nın ihlas, samimiyet, alçak gönüllü bir halde olması gerekir. Kişi, kendi arzularına esir olduğu müddetçe Allah’a bu anlamda yaklaşamaz, arzular sürekli engel olurlar. Kur’an şöyle emrediyor:

“Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (7/A’raf, 55-56)

Bu şekilde yapılan bir dua Allah’a yakınlık aracıdır ve ibadetlerin en üstünüdür. Peygamberimiz (sav) ‘dua ibadetin iliğidir (özüdür)’ buyurmuştur. (Tirmizî, Daavât/1, Hadis no: 3371, 5/456.)

Yine Peygamberimiz (sav) ‘Dua ibadetin kendisidir’ diyerek Mü’min Sûresi 60. âyeti okudu. (Ebu Davud, Salat/Hadis no: 1479, 2/76. İbni Mace, Dua/1, Hadis no: 3828, 2/1258. A. B. Hanbel, 4/267, 271, 276. Tirmizî, Tefsir/42, Hadis no: 3247, 5/374.)

İslâmda dua’nın önemine ve ibadet olarak faziletine ait sayısız hadis vardır. Bu hadislerde dua etmenin önemi, ne zaman nasıl ve hangi yöntemlerle dua edileceği, kimlerin duasının kabul olunacağı, hangi kelimelerle dua etmenin daha iyi olacağı, dua’nın kulun hayatına getireceği şuuru, rahatlığı, dua ile Allah’ın yapacağı bağışları bulabiliriz.

 

d- Duanın Mahiyeti

Buna göre ‘dua’ mü’minler için ibadettir. Allah’ı Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. Nitekim Fatiha Sûresi’nde sürekli ‘Yalnız sana sığınırız ve yalnızca senden yardım dileriz’ ifadesini tekrar ederler.

Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimselerin müstekbir oldukları yukarıda geçmişti. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.

Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve âlemlerin Rabbi Allah’tan yardım isterler:

“İnsana bir zarar dokundumu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder: zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize dua etmemiş gibi döner-gider…” (10/Yunus, 12. 39/Zümer, 49)

İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua olayı gündemdedir. Din ve ibadet konularında geçtiği gibi, insan hak veya batıl mutlaka bir dine inanır. Allah’a inananlar Allah’ın, Allah’ı unutanlar ise ilâh diye inandığı bir şeyin önünde ibadet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkarlar. Dua etmek de bu tapınmanın bir parçasıdır. İster müslüman olsun, ister gayri müslim olsun; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince dua etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında dua’nın yer almaması işin aslını değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir melce ( kucak ) ararlar.

İslâma göre ise duanın ibadet olarak apayrı bir yeri vardır. İslâma göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri görünmeyen bir ilâh’a havale etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Kimi dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.

Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hakimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını idrak etme, yaşayışı proğrama koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Din için çalışmaya (cihada) azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.

Dua, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir hayat hedefidir. Mü’min özlediği İslâmî hayata dua ederek kapı açmaya çalışır. O, Allah’ın bitmez- tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

Dua mü’min için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. İnsanların yaşaması için araç kılınan ‘dünya ve ondan bir şeye sahip olmak’, tekamül (ileriye gitme) değildir. İnsan için tekâmül bunun da ötesinde yüce hedeflerdir.

Dua, mü’mini ayrılığın yalnızlığından kurtarır. Dua, mü’minin, aşkının, muhabbetinin ve saygısının eyleme dönüşmüş şeklidir.

Mü’min, dua etmeden önce duaya hazırlanır. Yani o önce fiilî duada bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar tedbir alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar. Bundan sonra da amelin kabulü için dua eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksikliğinin tamamlanması, hatasının affı için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini dua ile ortaya koyar.

Duaya hazır olma noktasında Peygamberimizin tavrı örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınamasından korkmadan israrlı bir şekilde çalıştı, mücadele için lazım olan şartları yerine getirdi. Hatta ayakları şişinceye kadar ibadete gece gündüz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiç bir iş yapmamaya özen gösterdi. Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi ve sonra da ellerini açıp her an, belki günde yetmiş defa Rabbine dua etti. Dua ile Rabbine halini arzetti.

Mü’min, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duaya da başvuracaktır. Kısaca ‘dua etmeye yüzü olacaktır’. Hiç bir şey yapmadan, çalışmadan, tehliklere karşı tedbir almadan, toplumun ve nefsin ıslahı için bir şey yapmadan, günahlardan korunmadan; ‘Rabbim, şunu yap, bunu hallediver, istersen affet, düşmanı kahret, ortalığı düzelt, ihtiyaçlarımızı gider’ demek dua değildir. Böyle yapmanın duanın ihlasıyla bir ilgisi yoktur.

 

e- Duanın Amacı

Müslümanın duasında kısaca üç önemli amaç olabilir:

1- Günahlarının affını isteme. Mü’min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden dolayı Allah’tan merhamet talebinde bulunur.

2- Ümit ve arzu. Mü’min, hakkıyla ibadet edebilme, hidâyette olabilme ve Allah’ın yardımına ulaşabilme arzusunda olur.

3- Allah’tan yardım, izzet, lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunma. Bütün bu istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mü’min, emirleri yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı, cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah’ın rızasını hak etmeyi arzu eder.

Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde (3/Âli İmran, 17), Cuma saatinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak dualar daha makbûldür ve kabul edilme ihtimalleri daha fazladır.

Kur’an’daki dua âyetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da büyüklerden bize ulaşan (me’sur) dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür. Kendi halimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz dile getirebiliriz. Dua dilinin Arapça olması da şart değildir.

Allah’ın güzel isimleriyle (esmau’l hüsna) ile dua etmek Kur’an’ın emridir. (7/A’raf, 180)

Bazı kimselerin duaları peşinen kabul edilir. Bunlar; mazlumlar, misafirler ve çocuğuna dua eden babalardır. (Ebu Davud, Salat/hadis no:1536, 2/89. İbni Mace, Dua/11, Hadis no: 3862, 2/1270. Tirmizî, Birr/7, Hadis no: 1905, 4/314.)

Aslında mü’minlerin ihlasla yapacakları bütün dualar kabul edilir. Mü’min böyle duaların karşılığının nasıl verildiğini bilemez ama Kur’an dua edenlere Allah’ın karşılık vereceğini müjdeliyor. (40/Ğafir, 60)

Müslümanlar için çok önemli bir iman eylemi olan ‘dua’yı burada yeterince açıklamak mümkün değildir.

Son olarak dua hakkında Alexis Carrel’ın dediği gibi diyelim: ‘Dua; yoksulluk ve aşktır’. Buna; bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz.