Kur’an haksız yere büyüklük taslayanlara hem ‘müstekbir’, hem de ‘mütekebbir’ diyor.  Dört âyette ‘mütekebbir’lerin durumunu anlattıktan sonra; “onların varacakları yer ne kötüdür” diyor. (Bakınız: Nahl 16/29. Zümer 39/60, 72. Mü’min 40/76)

 

 Âyetlerde geçen ‘mütekebbir’ büyüklük taslayıp küstahlaşan, temelsiz büyüklük duygusuna kapılan, kibirlenen ve bunu kişilik haline getiren anlamlarına gelir.

Mütekebbir kelimesinin aslı ‘ke-bu-ra’ fiilidir.  Konuyu daha iyi anlayabilmek için Kur’an’da geçen kibir ve türevlerini kısaca gözden geçirelim. 

  • Kibir ve türevleri

‘Ke-bu-ra’, bir şey büyük oldu, çok oldu demektir. Bu fiil bir şeyin diğerinden büyük olduğunu ifade ettiği gibi; daha çok, daha yaşlı, daha ağır olduğunu da anlatır. 

Bu fiilin masdarı olan ‘kibir’; büyüklenmek, ululuk ve büyüklük taslamak, küstahça böbürlenmek, kendini ulaşılmaz görmek demektir.[1]

Ahlâkî bir zaaf olarak kibir; kendini başkalarından üstün görüp onları aşağılamak, onlara tepeden bakmaktır. İnanç açısından kibir, İslâmı kabul etmeyenlerin kendilerini büyük ve üstün görerek, Allah’a kulluğu küçümsemeleridir. En büyük kibir, hakkı kabul etmekten yüz çevirmek, Allah’a ibadeti kendine yakıştırmamaktır. Buna istikbâr veya tekebbür denir.

 Bu anlamda kibir, şeytanî bir anlayış ve sıfattır. Çünkü Rabbine karşı ilk defa kibirlenen İblis oldu. (Bekara 2/34. Sâd 38/74 v.d.)

Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir. İçerisinde kibir olan kimse, kendini çok büyük gördüğünden, ne bir peygambere, ne de onun anlattığı gerçeklere kulak asmaz. O peygamberi ve getirdiği gerçekleri kendinden aşağı görür. Allah’ın önünde değil kendi hevâsının önünde eğilir. Kur’an’da kibir ve küfür ve şirk manasında da kullanılıyor.[2] Şu âyette olduğu gibi. “Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana ibadet etmeye kibirlenenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Bu şekilde kibirlenmenin bir benzeri istiğna duygusudur. Yani kendini yeterli görme, Allah’a ihtiyacı olmadığını sanmadır. İnsanın azması, ibadetten yüz çevirmesi, haddini aşarak haksızlığa meyletmesi bu istiğna duygusu ve kibir anlayışı  yüzündendir. (Alak 96/6-7)

Kibir, tekebbür (mütekebbir), istikbâr (müstekbir), kibriyâ, ekber birbirine yakın anlamlara sahiptir. Hepsi de ‘ke-bü-ra’ kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen bütün kelimelerde büyüklük veya büyüklenme ile ilgili anlamlar vardır.

‘Kibriyâ’, mutlak izzet ve iktidar demektir ki yalnızca Allah hakkında kullanılır. (Casiye 45/37)  Aynı kökten gelen ‘ke-bi-ra’; yaşlı oldu, bunun masdarı ‘kiber’; yaş itibariyle büyük (ihtiyarlık), ‘kebâir ve kebîra’; büyük günah, ‘ekâbir’; büyükler grubu, ‘keb-be-ra-tekbîr’; ta’zim etmek, tekbir getirmek-Allahu ekber demek anlamlarına gelir.[3] ‘Ekber-en büyük’ demektir. (Ankebût 29/45) Müslümanlar Allah’a ait büyüklüğün her çeşidini kasdederek, her zaman “Allahu ekber-Allah en büyüktür” derler.

-el-Kebir nedir?

Kebir, büyük demektir. Küçük anlamına gelen ‘sağîr’in zıddıdır.

el-Kebîr, Kur’an’da altı yerde Allah’a nisbetle ve başka bir isim ile birlikte yer almaktadır. (Ra’d 13/9. İsrâ 17/43. Lukman 31/30. Sebe’ 34/23. Mü’min 40/12. Hacc 22/62)

el-Kebîr mübalağa ile ism-i faildir. Allah için olan mübalağa kalıpları abartı değil, acziyet ifade eder. Allah’ın büyüklüğünü ifadede insan abartı yapamaz. O’nun büyüklüğünü ifade etme hususunda insan daima acizdir. Kebîr kalıbı, ism-i fail manasıyla “zatında eşsiz ve benzersiz büyük olan” manasına, ism-i mef’ul (tümleç) kalıbıyla “kulları tarafından en büyük bilinen, büyüklüğü ifade edilen” anlamına gelir.

Bu kalıp büyüklüğünü eylemleriyle de ortaya koymayı ve sahibinin büyüklüğünü övme vurgusunu da taşır. el-Kebîr ismi, insana hem Allah’ın büyüklüğünü ifadeden aciz olduğunu hem de kendisinin de büyüklük duygusuna kapılmamasını telkin ediyor.[4]

  • İstikbâr nedir?

Kur’an’da Allah’a karşı büyüklük taslayanların tavırları ‘istikbâr etme-büyüklük taslama’ sözüyle anlatılıyor.

İstikbâr kalıbı olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılır. Olumlu olanı: İnsanın bir alanda büyük olmak istemesi ve bunun için çaba göstermesidir. Zaten istibâr kalıbı bir isteği (talebi) ihtiva eder. Olumsuz olanı: Kendini olduğundan büyük görmek ve göstermektir. Kur’an’da hep bu olumsuz anlamda kullanılıyor.

İstikbâr; kibirden dolayı küstahlaşmak ve bu küstahlığı davranışlarına yansıtmak demektir.[5] Allah’ın âyetlerine karşı çıkışın temelinde yatan sebep gerçekten ‘istikbâr’ duygusudur. Aynı duygu; Allah önünde ibadet etmekten de hoşlanmaz. Diğer insanları küçümsemek, onlara tepeden bakmak, onlardan tiksinmek, onlara hakaret etmek ve onları çeşitli tuzaklarla kullanmak niyetinin arkasında da istikbâr anlayışı vardır.

Zulme sebep olan, yeryüzünü ifsat eden ve zayıfları ezen kimseler de yine bu istikbâr duygusuna sahip olanlar ve bu yüzden taşkınlık yapanlardır. (Kasas 28/39)

İstikbâr duygusu ve ahlâkı inkârcıların özelliğidir. (A’raf 7/36,75-76. Kasas 28/76-77)

Dünyada iken Allah’a ve O’nun âyetlerine karşı istikbâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır. (Ahkaf 46/20. Mü’min 40/60) Allah’ın âyetlerine karşı istikbar edenlere göğün kapıları açılmayacak, onlar deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyecekler. Onlar için Cehennem’de ateşten yataklar hazırlanmıştır. (A’raf 7/40-41) 

İnsan aslında ne çok güçlüdür, ne çok büyüktür, ne de çok zengindir. Onun yeri bellidir, beşerdir, fanidir, varlığı Sonsuz Güce bağlıdır. İnsan bu durumunu unutur da büyük, güçlü, muktedir, çok zengin (ğani) olduğu düşüncesine kapılırsa, bu duygu istikbâr duygusudur. İstikbâr edenler büyük bir haksızlık içerisindedirler. Bu nedenle Allah (cc) kesinlikle istikbâr edenleri sevmez. (Nahl 16/23) Kullara düşen Rablerinin huzurunda ‘kul’ olarak haddini ve bulunduğu yeri bilmektir.

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah (cc) şöyle diyor: ‘Büyüklük (kibriyâ) elbisem, azamet (ululuk) da gömleğim (gibidir). Kim bu iki şeyde benimle yarışırsa onu Cehennem’e atarım’.”[6]

Kur’an’da istikbârın tipik örneği Firavun’dur. O kendini büyük, güçlü ve yıkılmaz saltanat sahibi görerek ilâhlığa kalkıştı, Musa’nın (as) davetinden yüz çevirdi. Onun çağrısına uyarak Allah’ın önünde secde etmeyi gururuna yediremedi. Allah’ın hükmüne uymaya tenezzül etmedi.

  • Müstekbir kimdir?

Haksız yere istikbâr edenlere (büyüklük taslayanlara), kendilerini muktedir görenlere, bu küstahlığı davranış, karakter haline getirene ‘müstekbir’ denir.  

Bunlar, kendilerinde bir üstünlük olmadığı halde büyüklük duygusuna kapılıp, doğru yoldan çıkan kimselerdir. Zayıf karakterlidirler, ama bu yönlerini insanlara karşı böbürlenerek gidermeye çalışırlar.

Ellerinde dünya malı, güç ve kuvvet vardır, belki de iktidar makamındadırlar. Onlar, bu tür şeylerle büyüklük duygusuna düşerler. ‘Biz her şeye sahibiz’ anlayışı taşırlar. Sahip oldukları şeylerin kendilerine yettiğini, Allah’a muhtaç olmadıklarını, her şeye güç yetirebileceklerini varsayarlar. Bu duygular yüzünden yeryüzünde haddi aşarlar, başkalarına hükmetmeye ve onları kullanmaya yeltenirler. Kimileri ilâhlığa soyunur, rabblik taslamaya başlar. Bu şüphesiz azgınlığın son noktasıdır.

Müstekbirler,   kendi ‘hevâ’larına uyarlar. Onlar, kendilerini güçlü ve üstün gördükleri için ilâhî yasaları tanımazlar ve akıllarına estiği gibi hareket ederler.

Kur’an bu gibilerine varlıkları ve melekleri örnek gösteriyor: “Gökte olanlar, yerdeki canlılar ve melekler Allah’a secde ederler. Onlar asla istikbar etmezler (büyüklük taslamazlar)” (16/Nahl, 49)

Halbuki müstekbirler, Allah’ın âyetlerine karşı kibirlenirler ve onları yalanlarlar. (A’raf 7/36) İçlerinde sakladıkları büyüklenme hastalığı yüzünden Allah’a kulluktan, O’na itaat etmekten yüz çevirirler.

Müstekbirlerin ilki İblistir. “Rabbin ona dedi ki; ‘İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? İstikbârda mı bulundun (büyüklük mü taslıyorsun) yoksa gerçekten yücelerden mi idin?’ ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.” (Sâd 38/75-76)

 Peygamberlere ilk karşı çıkanlar halk arasında mal ve makam sahibi, İblisin yolunu izleyen ya da iblisleşen  müstekbirler olmuşlardır. Kur’an onların bu dururmunu şöyle anlatıyor: “Bir peygamber size canınızın istemediği bir şeyi getirdiği zaman istikbâr etmediniz mi (büyüklemediniz mi). Kimini yalanlıyor, kimini öldürüyordunuz.” (Bekara 2/87)

İslâmî davet, insanlar arasında haksız sınıflaşmayı, sömürüyü, soy sop veya mal ve makam üstünlüğünü, zulmü ve baskıyı yasaklıyor. Adaleti ve insanlar arasında eşitliği getiriyor. Üstünlüğün takvada ve diğer insanlara iyilik yapmada olduğunu bildiriyor. Fakat müstekbirlere göre kendileri ya mal, ya makam, ya güç, ya da soy bakımından en üstündürler. (Fussilet 41/15)

Müstekbirler, mutlak hakimiyetin Allah’a ait olduğunu kabul etmezler. Onlar Tevhid Kelimesindeki gerçeği reddederler. “Onlara lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka tanrı yoktur)’ denildiğinde şüphesiz istikbar ederler (büyüklük taslarlar).” (Saffât 37/35)

Onlar, insanları ezmek için her yolu caiz görürler. Emirleri altına aldıkları insanları zayıf bırakırlar (müstez’af yaparlar) ve onları istedikleri gibi yönlendirirler. (Lokman 31/6)  

İslâm, bu müstekbir mantığını ve ahlâkını tanımayı ve ona düşmemeyi tavsiye ediyor. Ayrıca, yeryüzünde haksız yere istikbâr edip insanları sömüren, onlara baskı uygulayan ve haklarını ellerinden alan müstekbirlere karşı durmayı da öğütlüyor. Bu karşı koyuş da ancak ‘Allah adının büyüklüğü-Allahü ekber’ ve Tevhid kelimesinde saklı olan şuur ile olabilir.[7]

  • Tekebbür-mütekebbir

‘Ke-bu-ra’ fiilinin ‘tefa’ul’ kalıbı ‘te-keb-be-ra’dır. Bu da bir şey büyük oldu, kibriyâ sahibi oldu demektir. Bazılarına göre bu kulların sahip olduğu noksan sıfatlardan çok yüce olan demektir.[8]

Tekebbür eden veya kendisinde ululuk bulunduğu kabul edilen kimseye ‘mütekebbir’ denir. Olumsuz anlamıyla mütekebbir; kendini halkın en efdali, en üstünü sayan, kendinden başka hak tanımayan anlamındadır.

‘Mütekebbir’ Kur’an’da bir âyette Allah hakkında kullanılıyor. Esmâ-i Hüsnâ içerisinde tefa’ul kalıbında gelen tek isimdir. “O, Allah… el-Mütekebbir’dir (çok büyüktür). Allah (puta tapanların) ortak koşmalarından yücedir.” (Haşr 58/23)

Mütekebbir, yaratılmışlar hakkında kullanıldığında büyüklendi, büyüklük tasladı demektir. Tefa’ul kalıbı insanın kendisinde bulunmayan bir niteliği varmış göstermesi şeklinde bir özelliği vardır.[9]

Bu kalıp tekellüf vurgusu da taşır. Yani o eylemi yapmak için külfete katlanan veya içini dolduramadığı isimle isimlenen demektir. Şair olmadığı halde kendine şairlik havası verenen ‘müteşâir’, peygamber olmadığı halde kendisine peygamberlik havası verene ‘mütenebbi’ denir. Bu anlamıyla mütekebbir büyük görünmek için kendini zorladı, bunun için tekellüfe girdi demek olur.

Bu açıdan mütekebbir olumsuzdur. Ancak Allah (cc) için kullanıldığında olumlu mana taşır. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü ifadede zorlama söz konusu değildir.  O kendisi kendi büyüklüğünü anlatmak için tekellüfe (zorlamaya) girmez. Bilakis her türlü söz veya tasavvur O’nun büyüklüğünü anlatmakta zorlanır.

Allah’ın ismi olarak el-Mütekebbir, büyüklük sadece Zatına mahsus olan, büyüklüğü hiç bir şeyle ölçülemeyen, kıyas kabul etmeyen, aklın idrak etmede aciz kaldığı, eşsiz ve benzersiz, mutlak ve sonsuz büyük manalarına gelir.

Mütekebbir, kendinden başka her şeyi küçük gören, üstünlük ve büyüklüğü sadece kandisinde gören, başkasına tepeden bakan kimsedir. Eğer bu bakış açısı doğru ise, öyle bakan bu tekebbürü hak etmiştir. Bu ise Allah’tan başkası hakkında düşünülemez. Eğer bu bakış gerçek doğru değilse bu durumda büyüklük iddiası (tekebbür) yanlış ve geçersizdir.[10] Zira yaratıklardan hiç biri bu manada büyük değildir.[11]

 el-Mütekebbir, kullarına zulmetme küçüklüğüne tenezzül etmeyen büyük demektir. Bazılarına göre bu, kulların sahip olduğu noksan sıfatlardan çok yüce olan demektir.[12]

Bazı dilbilginlerine göre ‘mütekebbir’, büyüklenme manasındaki ‘kibir’den değil, Allah’ın büyüklük ve azametini ifae eden ‘kibriyâ’dan türemiştir. Mütekebbirde bulunan ‘te’ harfi, teklik bildirir ve büyüklüğün yalnızca Allah’a mahsus olduğunu anlatır. Allah (cc) büyüklüğünün sonu olmayan el-Kebîr, yüceliğinin sonu olmayan el-Azîm’dir.[13]

  • Mütekkebirlerin varacağı yer ne kötüdür...

Mütekebbirin aslı olan ‘Tekebbera’ fiili iki yerde fiil halinde büyüklük tasladı manasında

geliyor. Birinde İblisin Allah’ın emrine karşı kibir gösterisi anlatılıyor:

“(Allah): “Öyleyse in o bulunduğun yerden. Çünkü o (makamda) büyüklük taslamak senin haddine düşmez.” Hadi, çık git. Çünkü sen aşağılık birisin” dedi.” (A’raf 7/13)

Diğerinde haksız yere büyüklük taslayıp haddi aşanların Allah’ın âyetlerinden mahrum bırakılacakları haber veriliyor. (A’raf 7/146)

“Haksız yere büyüklük taslayanlar denirken, eğriyle doğrunun belirlenmesinde kendi sübjektif yargılarını geçerli tek ölçü olarak gören ve dolayısıyla kişisel sorun ve kaygılarını vahyedilmiş mutlak ahlakî ölçülerin, mutlak değer yargılarının üstünde tutan, onlara karşı dikbaşlı bir tavır seçen kimselerin anlatılmak istendiği açıktır. ”[14]

‘Mütekebbir’ üç âyette geliyor. Birisi yukarıda geçtiği gibi Allah’ın güzel isimlerinden biridir. 

İki tanesi Firavun ve adamlarının  haksız yere büyüklenmelerini nitelemek üzere geliyor. “Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum. 

Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden (mütekebbir’den), benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.” (Mü’min 40/27. Ayrıca bak. Mü’min 40/35)

‘Mütekebbir’in çoğulu ‘mütekkebirîn (kibirlenenler)’ olarak dört âyette geçiyor. Hepsi de Mekkî sûrelerde ve büyüklük taslayanların akıbetleri ile ilgili geliyor. Onların cehenneme atılacakları ve oranın ne kadar kötü bir yer olduğu vurgulanıyor.

Bu kavram nüzûl sırasına göre ilk defa Nahl’de yer alıyor

“O kimseler ki, kendi kendilerine kötülük etmeyi sürdürürlerken melekler onların canlarını almışlardı. İşte (Hesap Günü) bunlar teslim sancağını çekerek “Biz yaptıklarımızı kötülük olsun diye yapmıyorduk (diyecekler).  “Yoo” (denilecek kendilerine), “Unutuyorsunuz ama, Allah yapmış olduğunuz her şeyi bilendir.

“Haydi o halde, içerisine yerleşip kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Mütekkebbirlerin (büyüklük taslamayı kişiliğinin bir parçası haline getirenlerin) yeri ne kötüdür.” (Nahl 16/29) Ya da “… gerçekten de ne kötü olacak (o Gün) kendilerini boş yere büyüklük duygusuna kaptırmış olanların düştüğü durum.”

“Bir eylem ve niteliğin insana isim olması doğaldır ki o insanın söz konusu eylem ve niteliği kişiliğin bir parçası haline getirdiğini ifade eder. Mütekebbir kalıbının metne kattığı yan anlam budur.[15]

‘Mütekebbirîn’ Zümer’de iki defa yer alıyor. Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir?” (Zümer 39/60)

“O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. "Evet geldi" derler ama, azap sözü kafirlerin üzerine hak olmuştur.

Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; mütekebbirlerin (kibirlenenlerin) yeri ne kötü! denilir.” (Zümer 39/71-72)

Büyüklük taslayanlar kendilerine sunulan ilahî rehberliğe, hak davete ve bunun gerektirdiklerine teslim olmayı reddetmişlerdi. Zaten insan ne zaman kendini yeterli görse fütursuzca azar. (Alak 96/6-7)

‘Mütekebbirîn’ son olarak Mü’min sûresinde yer alıyor.

“O Allah'tan başka (taptıklarınız). Onlar da:"Bizden uzaklaştılar, zaten biz önceleri hiçbir şeye tapmıyorduk", diyecekler. İşte Allah kafirleri böyle şaşırtır. 

Bu, sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür.

İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!” (Mü’min 40/74-76)

Dünyada iken kendini güçlü ve kendine yeterli sanıp küstahça kibirlenenlerin , Allah’a ibadeti ve O’nun hükümlerine boyun eğmeyi gururuna yediremeynlerin varacakları yer ne kötü olacaktır, ne berbat olacaktır, ne dehşet olacaktır.  Kötü, yanlış ve suç olan amellerin (eylemlerin) yapanların karşılığı cehennemdir.  Orası cidden ne kadar çirkindir, ne kadar istenmeyen, ne kadar zor bir yerdir.

Şüphesiz bu mütekebbirlier, müstekbirlerin kendi tercihleridir. Zira peygamberler ve onlarla birlikte gelen vahiy herkesi bu dünyada bu konuda açık bir şekilde uyarmışlardı. 

  • Sonuç

Ancak iman edip salih amel işlyenelerin durumu başka. Onları öldükten sonra yerin en

güzeli, ödülün en muhteşemi,  kazançların en büyüğü, kurtuluşun en mutlak olanı, sonucun en mutlu edeni beklemektedir.

“Allah, takva sahiplerini kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.” (Zümer 39/61)

“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.” (Kasas 28/83. Ayrıca bak. A’raf 7/128)

Hüseyin K. Ece

15.12.2014

Zaandam-Hollanda

 

[1] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/10-11. El-Isfehânî, R. El-Müfredât, S: 635-636

[2] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/12

[3] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/11-12

[4] İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/501 Düşün Yay. İstanbul 2012

[5] İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 2/501

[6] Ebu Davûd, Libas/29 (4090). Bir benzeri için bak. Müslim, Birr ve Sıla/136 (2620). İbni Mace, Zühd/16 (4174)

[7] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, S: 309 ve 475

[8] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/11

[9] Topaloğlu, B. TDV İslam Ansiklopedisi, 32/189

[10] Heyet, Esmâu’l-Hüsnâ, ter. S: 288, Karınca Yay. İstanbul 2004

[11] İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ 3/2180-2181

[12] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/11

[13] Heyet, Esmâu’l-Hüsnâ, ter. S: 287-288

[14] Esed, M. Kur’an Mesajı 1/300

[15] İslâmoğlu, M. Nüzûl Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’an, s: 511, Düşün Yay. İstanbul 2009