Kur'an'da bela ve ibtila, insanların, peygamberlerin, mü'minlerin denenmesi, hikmetleri, belaya karşı sabır hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

12 Temmuz 2022 –

11 Zü’l-hicce 1443

Zaandam

55 ALLAH BELÂ VERİR Mİ?

Türkçemizde bela ile ilgili deyimler:

“Allahın belası

Başı belada olmak, belaya girmek

Başına bela açmak,

Başına bela olmak, kesilmek,

Başını belaya sokmak,

Başına dünyanın belasını sarmak,

Belasını aramak,

Belasını bulmak,

Bela okumak,

Belaya çatmak,

Belayı satın almak,

Dilinin belasını çekmek”

Atasözleri:

“arayan Mevla’sını da bulur, belasını da”

“bülbülün çektiği dili belası”

“deli ile çıkma yola, başına getirir bela”

Soru: Allah kuluna belâ verir mi?

“Allah belânı/belâmı versin”

“Allah’tan belanı bulasın” iyi bir dua mıdır?

Bunlara cevap verebilmek için Kur’an’ın bela kavramını nasıl kullandığına bakmak gerekir.

Önce şunu söyleyelim. Beddua tavsiye edilen bir şey değil. Rasûlüllh beddua etmeyi hoş görmezdi:

“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd/74; Ebû Dâvûd, Vitir/27)

“…Mü'mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir." (Buhârî, Cenâiz 84, Müslim, Îmân/176, 177)

"Birbirinize Allah'ın lâneti, gazâbı ve cehennem azâbı  ile lânet ve beddua etmeyiniz!" (Ebû Dâvûd, Edeb/45; Tirmizî, Birr/48)

"Olgun mü'min, yerici, lânetçi, kötü iş ve kötü söz sahibi olamaz." (Tirmizî, Birr/48)

Ama bakalım Kur’an’da bela kelimesi Türkçedeki anlamda mı?

 

1-Belâ nedir?

‘Belâ’nın aslı “be-li-ye” fiili sözlükte elbise veya kumaş eskidi demektir.

Buradan hareketle yolculuk yapan kişi için; “yolculuk onu yordu, yıprattı, bitkin hale getirdi” denir.

‘Belâ’nın sözlük anlamı, denemek, yapmak, bitkin hâle getirmek demektir. Yani denemeden sonra bir şeyin yıprandığı, eskidiği bununla ifade edilir. (Yûnus 10/30) 

Denenmek veya bir sınamaya uğramak insanı yıprattığından, bitkin hâle getirdiğinden dolayı ‘belâ’ kelimesiyle ifade edilmektedir.

“İnfial babı”ndan gelen “ibtilâ”; imtihan etmek, denemek, sınamak demektir.

Türkçede kullanılan “müptelâ olmak” belâya/ibtilâ’ya uğramak demektir.

Belâ veya ibtilâ denildiği zaman bununla bir kimsenin iyi veya kötü yönlerinin ortaya çıkması kasdedilir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 79)

Aynı kökten gelen ‘belâya’ Türkçedeki belâ ve musibet anlamına gelir.

Kur’an’da daha çok denemek, sınamak, imtihan etmek anlamlarında kullanılmaktadır.

Dinin emirleri bir bakıma ‘belâ’dır yani, sınamadır.

Çünkü bazı dinî emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya koyar.

Şükredenler veya nankörlük edenler bununla belli olur. Zorluklara kim sabredecek, nimetlerin değerini ve sahibini kim bilecek?

Rabbimiz, herkese farklı şeyler, farklı nimetler, farklı yetenekler vermiştir. Her bir insan farklı bir imkana sahiptir.

Herkes kendine göre bir iş yapar veya mesleği yerine getirir.

Aralarında müslüman olanı vardır, müslüman olmayanı vardır.

Allah (cc) verdiklerinin karşılığını kulluk ve şükür olarak ister. Her bir nimetin teşekkür borcu, her bir kabiliyetin sorumluluğu vardır.

2-İnsan denenmek için yaratılmıştır

Rabbimiz bütün insanları dener. Herkesin denenme şekli ve araçları farklı farklı olabilir.

İnsanların denenmesi Kur’an’da üç kelimeyle anlatılıyor: Fitne, imtihan ve belâ... Konumuz belâ... Diğer ikisi başka bir dersin konusu...

Şimdilik şu kadarını ösyleyelim:  ‘Belâ’ Allah’tan, ‘fitne’ hem Allah’tan hem de kullardan gelebilir.

İnsan kendisini fitneye düşürdüğü gibi, başkalarını da fitneye uğratabilir.

Nimetlerin bir deneme olduğu bir de belâ kelimesiyle haber verliyor.

Karmaşık bir sudan yaratılan insan Allah (cc) tarafından devamlı denenmektedir. Hayata gelişin amacı da budur.

 اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Yeryüzünde süs ve geçimlik olarak yaratılan her şeyin yaratılış sebebi; hangi insanın daha güzel amel işleyeceğini, daha güzel davranışta bulunacağını denemek içindir.

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ﴿7﴾

 “Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.” (Kehf 18/7)

“Yeryüzünün zinetleri (süsleri) insanların denenmesi içindir.” (Hûd 11/7)

Hayat ve ölüm bir sınama zamanıdır.

 تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿1﴾ اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

Allah (cc) bütün insanları onlara verdiği nimet, kabiliyet ve imkanlarla denemektedir. (En’am 6/165) Ancak herkesin deneme araçları farklı olabilir.

Allah (cc)’ın insanlar ve toplumlar için bir takım yasaklar ve sınırlar koyması, bazı hükümleri bildirmesi de bir imtihandır.

Bakalım kim bu hükümlere uyacak?

Mesela, Cumartesi yasağı ile imtihan edilen İsrailoğulları gibi... (A’raf 7/163)

Allah (cc) dileseydi insanlar aynı dine inanan tek bir ümmet olurlardı. İslâmdan başka din olmazdı. Ancak Allah (cc), insanlara gönderdiği Peygamberlerle ve ilâhî hükümlerle onları denemek istemektedir. (Mâide 5/48)

İnsanlar arasında yetenek, bilgi, mal ve makam yönünden var olan farklılıkların sebebi de yine ilâhî sınavın bir gereğidir. Allah (cc) şu âyette insanlara verdiği ile onları ibtilâ ettiği haber veriyor.

 وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿165﴾

“O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’am 6/165)

İyi insanlar sabırla ve Allah’ın dinine yardımla; kötü insanlar hidayete, iyiliğe, Allah yoluna davetle sınanırlar.

الٓمٓ۠ ﴿1﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿2﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿3﴾

Başına ‘belâ’nın, yani imtihanın nereden geldiğini anlayanlar onun gereğini yaparlar.

3-Peygamberlerin belâya uğratılması

Kur’an peygamberlerin denenmesini bir de “belâ ve ibtilâ” kelimeleriyle anlatıyor.

İnsanlar arasında en fazla denemeye (belâ’ya) peygamberler uğratıldılar.

Rabbimiz bazen sevdiği toplulukları da benzer denemelere tabi tutar. 

Peygamberler Allah yolunda hiç kimsenin dayanamayacağı eziyet ve sıkıntılarla karşılaştılar. Azgın düşmanlarla, anlamaz ve inatçı topluluklarla, hasetçi kişilerle yıllarca uğraşmak zorunda kaldılar. 

  Onlar bu denemeleri başararak daha büyük makamlara ulaştılar.

*Yusuf’un (as) başına gelenler ağır bir deneme idi.

*hz. Musa (as) ve kavmi (İsrailoğulları); Firavunun baskı ve zulmüyle denenmişti. Firavun, zulmünü, baskısını ve sömürüsünü onların erkeklerini ve çocuklarını öldürmeye kadar götürmüştü.

Şüphesiz bu ve Hz. Musa (as)’nın onu tanrılık davasından ve bu zulümlerden vazgeçirme mücadelesi bir deneme idi.

 Firavunun zulmü Musa’nın mü’minleri için bir deneme idi.

“Hani sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.” (A’raf 7/141. Ayrıca bkz: İbrahim 14/6)

Hz. İbrahim (as) bir takım kelimelerle denenmişti.

وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ ﴿124﴾

“Hani Rabbi, İbrahim’i bir takım denemelerden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e ): ‘Seni şüphesiz insanlara imam (önder, kılavuz, nur) kılacağım’ demişti. (İbrahim);

‘Ya soyumdan olanlar?’ deyince (Allah):

‘Zalimler benim ahdime erişemezler’ demişti.” (Bekara 2/124)

Bilindiği gibi İbrahim (as) ateşe atılmak, oğlunu kurban etmek, Kâbe’yi yapmak gibi sınamalardan geçirilmişti.

*Davud (as) yüz koyun sahibinin tek koyunu olan adam ile ortaya çıkan sorunu çözmekle denenmişti

*Süleyman (as) kuşların mantığını (konuşmalarını) anlayabiliyor, cinleri, şeytanları ve rüzgârı emrinin altına alabiliyordu. Çok büyük bir mülkü ve dünyalık gücü vardı. Allah (cc) bütün bu nimetlerle onu denemişti.

O da, bu nimetlere karşı aynen şöyle demişti:

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ ﴿19﴾

“... Rabbim, bana, ana ve babama verdiğin nimete sükretmemi ve razı olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.” (Neml 27/19)  

Kur’an, bir başka âyette, yine deneme anlamına gelen ‘fitne’ kelimesini kullanarak Hz. Süleyman’ın denendiğini ve tahtının üzerine bir ceset bırakıldığını söylüyor. (Sâd 38/34) (Bkz: Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/929, not: 32)

 

4-Müslümanların belâya uğratılması

Allah (cc) bazen müslüman kullarına sıkıntı, musibet ve zorluklar verir, onu sabırla dener.

Böylece onun daha çok sevap kazanmasını, derece yönünden daha çok yücelmesini sağlar. (2/Bakara, 155-156)

Böyle bir denemenin karşısında mü’min olanlar sabrederler, Rablerine tevekkül ahlâkı kuşanarak O’na teslim olurlar.

Allah (cc) bütün müslümanları, onların arasında kendi yolunda sabırla cihad edenleri (kendi yolunda çalışıp-gayret edenleri) bilip ortaya çıkarıncaya kadar onları denemeye tabi tutacaktır.

 وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتّٰى نَعْلَمَ الْمُجَاهِد۪ينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِر۪ينَۙ وَنَبْلُوَ۬ا اَخْبَارَكُمْ ﴿31﴾

“Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumunuzu ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed 47/31)

Müslümanların kafirlerin fitnesi sebebiyle savaş ile karşılaşmaları da bir deneme sebebidir. (Enfâl 8/17)

 Allah yolunda çalışmanın, yalnızca kuru bir iddia ile değil; bizzat pratik faaliyetlerle olması gerekiyor.

Mü’minler bazen zorluklar, felaket, çile ve sıkıntılarla karşılaşabilirler.

Vahye inanmayanlardan incitici sözler işitebilirler.

Bazen hakları ellerinden alınır, bazen alay edilebilirler.

Kimi zaman ambargoya uğratılırlar, kendilerine yüz verilmeyebilir.

Hatta işkenceye uğrayabilirler.

Malları, rahatları ve hatta canları bile gidebilir. Bütün bunlar da onlar için şer gibidir, mutsuzluk sebebidir.

Bazen de Allah (cc) müminlere hayır, nimet yönünden nice şeyler nasib eder. Onlara dünyalıklar, imkanlar, rahatlıklar ve zaferler verebilir.

Bunların hepsinin sebebi ‘belâ’dır-ibtilâ’dır, yani denemedir. Yukarıda geçtiği gibi. (Enbiyâ 21/35)

Mü’minlere emânet olarak verilen mallar ve canlar da birer deneme aracıdır. İnsan malı nerede kazanıp nereye harcamaktadır?

Kendisine emânet edilen hayatı neyin uğrunda geçirmektedir?

 كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ﴿185﴾

لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ ﴿186﴾

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.

Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir.

Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.

Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz.

Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Âli İmran 3/185-186)

Allah (cc) müslümanlara da sıkıntı, musibet ve zorluklar verebilir, onları sabırla deneyebilir. Onlar eğer başlarına gelen belâlara sabrederlerse daha çok sevap kazanırlar, Allah katında dereceleri yükselir. (Bekara 2/155-156)

Kur’an, nimet verilerek denemeye tabi tutulan insanların yanlış tutumunu şu şekilde haber veriyor:

 َاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ ﴿15﴾ وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ ﴿16﴾

“Fakat insan, ne zaman onun Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu nimetlere koysa; ‘Rabbim bana ikramda bulundu’ der.

Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen der ki: Rabbim beni hakir gördü.” (Fecr 89/15-16)  

Ebu Hureyre´den: "Allah kim için hayır murad ederse, onu bazı dert ve belalara uğratır." (Buhârî, no: 5645)

Mü’min insan, nimetin azlığının veya çokluğunun bir deneme olduğunun şuurundadır. Bu yüzden nimet bol olduğu zaman şımarmaz, malı ile kibirlenip yoldan çıkmaz. Nimet az olduğu zaman da Allah’a şikâyette bulunmaz.

O nankör değil, sükredici olmaya çalışır. Bilir ki, gecici olan dünya hayatı bir imtihan yurdudur. Bu hayatının devamını sağlayan her şey de bir sınama-imtihan aracıdır.

Bu sınavın hikmetini anlayanlar ve gereğini yapanlar kazanacaklardır.

 Allah (cc), Hz. Muhammed’e (sav) Kur’an’ı hak olarak indirdi. Bundan dolayı O ve O’nun ümmeti insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmetmek durumundadırlar.

Bunu yaparken Peygambere gelen haktan sapanların hevalarına, istek ve tutkularına uymazlar.

Allah (cc) dileseydi insanlar aynı dine inanan tek bir ümmet olurlardı. İslâmdan başka din olmazdı. Ancak Allah (cc), insanlara gönderdiği Peygamberlerle ve ilâhî hükümlerle onları denemek istemektedir. (Mâide 5/48)

Demek ki mü’minler hem nimetle, hem külfetle denenirler. Aslında her şey onlar için bir denemedir, ibtilâdır... Allah verir dener, alır dener...

Sabredenlere müjdeler olsun...

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz (ibtila ederiz). Sabredenleri müjdele...

Onlar (mü’minler); başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” (Bekara 2/155-156)

5-İlâhi belâlar ve fitnelerin maksadı

El-Hakim olan Allah (cc) ne yaparsa hikmetle yapar. Kullarını denemesi de O’nun hikmetli işlerindendir. (Hocanın kabak hikayesi)

Bela ve ibtilanın maksadını şöyle özetlemek mümkün:

ya bir uyarıdır,

ya denemedir,

ya keffârettir,

ya kaliteyi ortaya çıkarandır,

ya da daha çok sevap kazanma sebebidir.

6-Belâlara karşı tedbir: Sabır

Bu konuda en mükemmel örnek Eyyûb peygamberdir.

Kur’an’da kıssa var. Ama Kur’an hikâye anlatmıyor.

Kur’an, kıssalarını canlı, haraketli, aktif ve uyarıcı bir tarzda sunmaktadır. Onun kıssaları tarihte olmuş bitmiş hikayeler gibi değildir.

Belki olaylar peygamberlerin hayatında olmuştur ama, onların arka planındaki ibretler, dersler, hükümler ve imanı artırıcı mesajlar sürekli diri kalmaktadır.

Kıssalar sürekli bir şekilde kişiyi Rabbi ile, kendisi ile,

hayat ve ölüm ile,

mükâfat ve ceza ile,

nimetler ile ve bu nimetlere teşekkür ahlâkı ile,

 iyi ve kötü ile,

belâ ve sabır ile yüzyüze getirmektedir.

Kur’an kıssaları adeta yürüyen, devam eden tarih sahneleri, kul ile Allah arasındaki fıtrî ilişkinin seyir defteridirler.

İnsan bu canlı tabloda kendini, hayatın yaratılış gerçeğini bulur, itaatin yüceliğini, isyanın seviyesizliğini, yeryüzünde bozgunculuğa kalkışanların şirretliklerini bulur.

İnsan onlarda saadetin ve şekâvetin (bedbahtlığın) açık gerçekleşmiş hâlini görür.

Kur’an, insanları somut hedeflere, yaratılış gayesine ve fıtrata çağırıyor. Peygamber kıssaları bunun gerçekleşmiş şeklidir.

Bu kıssalar, Kur’an’ın hedefinin hayali, onun davetinin boş bir çağrı olmadığını gösterir. Çünkü onların yaptıkları ile Kur’an’ın daveti temelde birdir. 

Mü’minler peygamberlerin hayatında Allah’a teslim olmanın, bağlılığın ve aşkın, O’nun uğrunda çaba harcamanın ve fedakârlığın nasıl olacağını görürler.

Kişiliğini vahyin ölçüleriyle kuran, kendisine verilenlerden razı olan tipleri görürler. Allah’ın huzurunda kulun takınabileceği en üstün edep örneğini onlarda bulurlar.

Doğruluğun, dürüstlüğün, ihlasın, temizliğin, şükrün, takvanın, sabrın, teslimiyetin, tevazunun, vakarın, cömertliğin, azmin, iyi ahlâkın en güzel sembolü onlardı.

Eyyûb kıssası da böyledir.

Bu kıssa Eyyûb’un başına gelenlere “ah ah, vah vah etme”, ya da “helâl olsun adama ne de sabırlı imiş” demek için anlatılmıyor.

Özellikle sabredan ve şükreden bir kul nasıl olur, Allah’tan gelene nasıl teslim olunur, Allah’tan ve O’nun hükmüne nasıl razı olunur, onu öğretiyor.

Musibetlere sabredenlerin nasıl mutlu olabileceğini,  Allah’tan gelenlere razı olanların nasıl sekineye ulaşabildiğini onda görüyoruz.

Kur’an’da Eyyûb ismi dört âyette geçiyor.

İki âyet diğer bazı peygamberlerle birlikte onu ve bütün peygamberlere verilen bazı üstünlükleri söz konusu ediyor.

Peygamberler tek bir kafilenin seçkin fertleridir. Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve O’nun torunları, İsâ, Yûnus, Hârun, Süleyman, Dâvûd, Mûsâ (a.s) ve diğerleri…

Hz. Eyyûb da onlardan biridir. (Nisâ 4/163. En’am 6/84)

İki âyet de ondan ve destansı teslimiyet ve sabrından söz ediyor:

Sâd Sûresinde hz. Davûd (as) ve onun oğlu hz. Süleyman’a verilen farklı nimetler sıradıktan ve onların durumunu anlatıldıktan sonra Hz. Eyyûb’un (as) zorluk ve bedensel azap karşısındaki yüce sabrı övülmekte, arkasından da diğer peygamberlerden, onların üstün kişiliklerinden, Allah’a bağlılıklarından örnekler verilmektedir.

 “(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.

Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.

Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.

Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.”Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk.

O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd 38/41-44)

Enbiyâ sûresinde de Süleyman (as) kıssasından hemen sonra Sâd Sûresinde olduğu gibi Hz. Eyyûb ve O’nun dillere destan sabrı söz konusu edilmektedir.

 “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik

Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ 21/83-84)

Hz. Eyyûb’un derdinin boyutlarını bilmiyoruz.

Ama “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” dediğine göre derdi, yani uğradığı belâ büyüktü.

 

-Eyyûb’un sabrı

Bütün peygamberlerde en üstün ahlâk ve kişilik örnekleri vardır. Ancak bazı peygamberlerin kimi özellikleri, diğerlerine göre biraz daha fazla öne çıkmaktadır.

Söz gelişi,

*bütün peygamberler cömerttir. Ancak Kur’an, hz. İbrahim’in cömertliğini biraz daha ön plana çıkartıp övmektedir.

*Bütün peygamberler günahsız olmalarına rağmen sürekli Allah’a sığınırlar, O’na tevbe ederlerdi. Ama Kur’an hz. Adem’in Cennetteki hatasından dolayı yaptığı tevbeyi övmekte ve tevbesinin kabul edildiğini bildirmektedir.

*Allah’ın bütün peygamberleri âdil idiler. Verdikleri kararlar isabetli, adalet ölçülerine uygundu. Bütün Peygamberler ilim sahibi idi. Hepsi de Allah’tan vahy yoluyla insanların sahip olamadığı ilmi almışlardı. Ancak Kur’an Dâvud ile oğlu Süleyman’ın ilimlerini ve hükmetmedeki adaletli kararlarını övmektedir.

*Bütün peygamberler iffetli ve dürüst idiler. Ama Kur’an Yûsuf’un (as) iffetini ve dürüstlüğünü daha fazla ön plana çıkarıyor.

*Bütün peygamberler Allah (cc) yolunda, davetlerini yaparken karşılaştıkları zorluklara karşı sabırlı idiler. Ama Eyyûb’un (as) sabrı biraz daha fazla dikkat çekmektedir.

Kur’an, Eyyûb’un (as) bu tavrından övgüyle söz etmektedir.

*Son peygamber Muhammed (sav) ise peygamberlere ait özelliklerin pek çoğuna sahipti.

Şimdi sabrın ne olduğunu kısaca açıklayalım.

 

-Sabır ne demektir?

‘Sabır’, sözlükte, darlıkta kendini tutma demektir.

‘Sabır’, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olmadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, 403)

‘Sabır’, genel bir kavramdır. Yalnızca acılara ve felâketlere dayanma, katlanma değildir.

Sözgelimi, *musibet ve felâket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabırdır. Bunun zıddı; acelecilik ve dayanıksızlıktır.

*Zorluğuna rağmen Allah yolunda çaba göstermek (cihad) sabırdır. Bunun zıddı; korkaklık ve İslam uğrunda çaba göstermekten fïrardır.

*Zevk vermesine rağmen günah işlemeye direnmek sabırdır, bunun zıddı nefsine yenilmektir.

*Hakka bağlanmak, hakkı savunmak, hak üzere hareket etmek, hakta sebat etmek sabırdır. Bunun zıddı savrulmaktır, hevâya yenilmektir.

*Güçlüğüne rağmen eşyayı ait olduğu yere koymak sabırdır, bunun tersi zulümdür.

*Sâlih amel işlemeye devam etmek ve karşılığında Allah’ın takdirini beklemek sabırdır, tersi ise takdire razı olmamak, kabalıktır.

*Allah’ın emirlerini yerine getirmek, nefsin hoş gördüğü ama aklın ve dinin hoş görmediği şeylerden kaçınmak sabırla olabilir.

*İslâmî davet, islâmî faaliyetler, Allah yolunda infak, bu uğurda sıkıntılara dayanma ancak sabırla olur. Allah yolunda çalışan mü’minler bu uğurda sabırlı olurlar ve sabrın şartlarını yerine getirirlerse; Allah (cc) onları destekleyecektir.

بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿125﴾

“Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âli İmran 3/125 Ayrıca bkz: Âli İmran 3/186. A’raf 7/137. Nahl 16/96)

Her ne şekilde olursa olsun, başına Allah’ın takdiriyle bir belâ gelen , yani ibtilaya uğrayan bir mü’min hz. Eyyûb’u kendisine örnek alarak sabretmeli, şükretmeli, Allah’ın kendisi için uygun gördüğünden razı olmalı.

Zira böyle yapmak hem imandır, hem sekinedir, hem mutluluktur, hem de böyle yapanlar kazanırlar.

Mikdad İbnu'l-Esved (ra) anlatıyor:  “Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!” (Ebu Davûd, Fiten/2 no: 4263)