Kur'an'da yolu anlatan kelimelerden tarik, minhac, şeriat-şir'a ve selek hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

13 Eylûl 2022 – 17 Safer 1444

Zaandam

 

56 KUR’ANDA YOLU ANLATAN KAVRAMLAR

Yol; bir noktadan/durumdan kalkıp bir başka noktaya/duruma ulaşmak için takip edilmesi gereken güzergâh...

Bir başka açıdan yol; bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi. Uyulan ilke, sistem, usûl, tarz, gaye...

Kur’ân’da yol anlamında; ‘tarîk’, ‘minhâc’, ‘şeri‘at-şir‘a’, ‘selek’, ‘necd’, ‘millet’, ‘sebîl’, ‘sırat’ gibi kavramlar kullanılmaktadır.

Bu kavramların tümü, yol (maddi, manevi yol) anlamına gelmekle beraber aralarında önemli farklılıklar vardır.  

Kur’an yol kavramını olumlu ve olumsuz anlamda kullanıyor.

Yol hakkında bu çok farklı kelimelerin kullanılmış olması, istikâmet ve yolun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

1-Tarîk

Tarîk, en genel anlamda her türlü yol... Kur’ân’da genellikle fiziki anlamdaki yollar için kullanılmıştır.  

Bunun aslı “ta-ra-ka” fiilidir. Kapıyı çalmak, (çekiçle) vurmak, geceleyin gelmek, doğmak, bir yola girmek, yola ayak basmak gibi anlamlara gelir.

Bunun özne ismi (ism-i fâili) “târık” bir yola giren, yolcu; ya da gece gelen, zühre yıldızı, gece doğan yıldız anlamında... (İbni Manzur, Lisanu’l Arab, 9/110. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 451)

Araplar geceleyin bir yere giden herkese ‘târık’ derler. (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyân, 12/532)

Geceleyin gelen kişiye târık denmesinin sebebi de kapı çalmaya ihtiyacı olmasındandır.

Târık Sûresinde iki defa geçiyor.

وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ ﴿1﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ ﴿2﴾ اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ ﴿3﴾ اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ ﴿4﴾

Gökyüzüne ve târıka (sabah yıldızına) yemin ederim.

Târıkın ne olduğunu nereden bileceksin?

(O, karanlığı) delen yıldızdır.

Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.” (Tarık 86/1-4)

Allah (st) burada geceleyin ışıklarıyla ortaya çıkan yıldıza yemin ediyor.

Baştaki ‘vav’ yemin içindir. Yeminin faydası; üzerine yemin edilen şeyin önemine dikkat çekerek verilen haberi desteklemektir.

Târık cins isimdir. Ona bu ismin verilme sebebi, geceleyin görünmesidir.  

Bir hadiste gece evine dönmek anlamında kullanıldı. (Buhârî ve Müslim’den)

Bir görüşe göre ‘târık’, kendisine sabah yıldızı denilen bir yıldızdır.

Bir hadiste şöyle geçiyor.

“Eûzü bike min şerri tavârika’l-leyli ve’n-nehâr, illâ tarikan yatruku bi-hayri yâ Rahmân-Geceleyin ve gündüz gelenlerin şerlerinden- hayır ile gelip kapıyı çalan müstesna- Sana sığınırım Ya Rahman” (Muvatta 2/950, Nesâî, S. Kübrâ 6/237. Nak: Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3294)

Yol manasına gelen ‘tarîk’ de buradan türetilmiş. Zira yolcular ona ayak vururlar.

Örfde, yola ayak vuran, yol tepen yolcuya böylece isim olmuş.

-“Tarîk” (çoğulu; turuk) insanın ister övülsün, ister yerilsin herhangi bir fiili, davranışı gerçekleştirmek üzere tuttuğu her türlü yol için kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 451)

Tarîk; yol anlamı göz önünde bulundurularak, “develer tek bir yol üzere (veya tek yolu takip ederek” geldiler anlamında “câet’il ibilu metârık” denmiştir. 

Mecâzi olarak gidilen, takip edilen yol, izlenecek usûl-metod, seçilen tarz, hâl ve gidiş demektir.

‘tarîkah” (Türkçe’de tarikat. Çoğulu; terâik), tarîkin dişil (müennes) kalıbıdır. Şeriat 'su yolu' ise tarikat bu yol üzerinde suya ulaşacak şekilde yürüme metodudur.

‘Tarîkah’; terim olarak “Allah’a ulaşmak isteyenlere mahsus âdet, hâl ve davranış” demektir (et-Ta’rîfât, et-Tarîkah md.’den, Öngören, R. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/95)

Kur'an'da 4 yerde ‘tarîk’, 3 yerde tarîkah’ ve 2 yerde de ‘tarâik’ şeklinde üç anlamda geçiyor.

-Tarîk, bilinen fizikî yol anlamında;

وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًاۚ لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشٰى ﴿77﴾

“And olsun ki Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme" diye vahyettik.” (Tâhâ 20/77)

-Göğün tabakalarına tarâik denir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ ﴿17﴾

“Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.” (Mü’minûn 23/17)

-Manevî yol, inanç şekli, hayat biçimi, hâl ve gidiş anlamında,

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقًاۙ ﴿168﴾ اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا ﴿169﴾

"O inkâr edip zulmedenler var ya, onları Allah ne bağışlayacak, ne de bir yola iletecektir.

Sadece cehennemin yoluna (iletecek ve) orada ebedi kalacaklardır. Bu da Allah'a çok kolaydır." (Nisâ 4/168-169)

Bu âyetlerde geçen tarîk kelimelerinden ilki cennete ve ikincisi de cehenneme götüren manevî yol demektir. (es-Sabûnî, M. A. Safvetu't-Tefâsir, 1/321)

Hadis olarak nakledilen bir rivâyet… Rasûlüllah buyurdu:

"Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu da ilimdir." (el-Munâvî, Feyzu'l-Kadîr Şerhu Câmii's-Sağîr, 5/286, hadis no: 7318)

-Çoğul olarak;

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًاۙ ﴿11﴾

“Doğrusu içimizde sâlih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar (terâik) tutmuşuz.” (Cinn 72/11)

-Tarîk bir âyette mustakîm sıfatı ile geliyor.

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿30﴾ يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿31﴾

“(Cinler) Dediler ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola (tarîk-i müstakîm’e) ileten bir kitap dinledik.

Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun, ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın.” (Ahkaf 46/30-31)

Demek ki Kur’an’ın insanları davet ettiği yol, yaşama biçimi, hayat anlayışı; en doğrudur, sapa sağlamdır, canlı ve izzetlidir.

(Mustakîm’i, Sırat-ı Mustakîm dersinde, Sırat’ın sıfatı olarak daha geniş açıklayacağız.)

-et-tarîk ;

Bir âyette tarîk el-belirlilik takısıyla geliyor ve onun üzerinde istikâmet sahibi olmaktan bahsediyor.

Buna göre et-Tarîk, tıpkı es-Sırat, es-Sebîl gibi Allah yolunu, doğru yolu, İslâmı ifade ediyor.

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ ﴿16﴾ لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ ﴿17﴾

«Yine de ki: “Bana şöyle de vahyedildi: ‘Eğer yolda dosdoğru (tarîk’de istikâmet üzere) olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.” (Cin 72/16-17)

-bi-tarikatiküm; bulunulan durum, üzerinde olunan yol, yer-yurt anlamında

قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى ﴿63﴾

“Firavun) Musa ile Harun'u göstererek: "Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi tarîkinizden (yurdunuzdan) (ya da büyüklerinizin yolunda) çıkarmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar; onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya erecektir" dediler.” (Tâhâ 20/63)

Burada bi-tarikatiküm; yurdunuzdan, yerinizden, yolunuzdan diye anlaşılmış. Zira onlara göre o gün beldelerin en güzeli kendi yurtları, yol olarak da onların yolu en doğru idi.

Ya da arkadan gelen ‘müslâ’ ile; büyüklerinizden ve şereflilerinizden...”Şunlar kavmin terâik’ıdır-ileri gelenleri” denilir.  (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 8/431)

Bu durumu Kur’an başka bir ayette şöyle anlatıyor :

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ ﴿26﴾

«Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” (Mü’min 40/26)

-“emselühum tarîkaten” de buna benzer. Yani akıl yönünden en tutarlı ve o konuda bilgisi olan...

İnkârcılar Son Saat ve Kıyâmet hakkında kesin bilgiye sahip değiller. Belki içlerinden en aklı başında birisi şöyle diyecek: (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 8/457)

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا ﴿103﴾ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْمًا۟ ﴿104﴾

“Aralarında birbirlerine “(Dünya’da) sadece on (gün) kaldınız” diye gizli gizli konuşacaklar. -Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz daha iyi biliriz.-

O vakit içlerinden (tarîkaten) en aklı başında olanları, “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecektir.” (Tâhâ 20/103-104)

2-Minhâc

Kur’an’da bir âyette geçiyor:

Bunun aslı ‘nehece’ fiilidir Bu da yola girmek, yolu takip etmek, bir işi izah edip açıklamak, yol veya bir şey belli olmak demektir.

‘Nehc’; açık, aşikâr. Açık, düz ve doğru yol. (hz. Ali’ye nisbet edilen Nehcü’l-Belâğâ’yı hatırlayalım)

‘Minhâc veya menhec’; geniş, açık-seçik yol, meslek, üslûp (metod), proğram anlamına da gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 772)

Terim olarak; yol, yöntem, öngörülen işlerin bütünü… 

Bununla beraber Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlerin uymalarını ve ümmetlerine de açıklama yapmalarını istediği hayat tarzı manâsına da gelir.   

وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ ﴿48﴾

 “(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma.

Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol, sistem (minhâc) koyduk.

Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı.

Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide 5/48)

Minhâc ile şeriat, şir‘a arasında özel bir ilişki vardır. “Şir‘a, zamanların ve zeminlerin, durumların değişmesiyle değişebilen dinin fürûu (dalları);

minhâc da daima sabit, açık ve devamlı olan dinin asıllarıdır ki, şir‘a bunun şubeleri ve çeşitleri demektir.” (Elmalılı, H.Y. Hak Dini Kur’an Dili, 7/88)

Minhâc hz. Âdem’le başlayan tarih boyu insanlık için elzem olan, değişmeden kalan ve değişmeyecek olan, değiştirilmeye kalkılmaması gereken iman esasları ve temel değerlere göre şekillenmiş bir yol, bir güzergâh demektir.

Bu da Allah katında geçerli din olan İslâm’dır.

(Ebu Bekr Cabir el Cezairi’nin Arapça; Minhâcu’l-Müslim,

Kadı Mustafa Kâmil Efendi-Elbistanlı Nakiboğlu’nun; Nebeviyye Tarikatı ve Minhâcü'l-Mü'minîn Risalesi adlı Türkçe eserleri var.)

3-Şeriat-şir’a

Bunun aslı ‘şeraa’ fiilidir. Bu da sözlükte; yol açtı, yolu açık ve dümdüz yaptı manâsına gelir.

Bu fiilin masdarı ‘şer’a’, açık ve dümdüz yola verilen isimdir. Bu masdar, ‘şer’a’ şeklinde söylendiği gibi, ‘şir’a, şeri’a veya şeriat’ şeklinde de söylenebilir.

‘Şeriat’ kelimesinin eş anlamlısı ‘şir’a’ sözlükte, yol, metod, âdet, mezheb, suya giden yol anlamlarına gelmektedir.

Şeriat kelimesi diğer eş anlamlılara göre daha fazla meşhur olmuş ve daha geniş bir kullanım alanına ulaşmıştır

‘Şeriat’ sözlükte, insanı bir ırmağa veya bir su kaynağına götüren yol; geniş ve düzgün yol, sokak, cadde anlamına gelmektedir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 379)

İslâm bu kelimeyi bir kavram hâline getirerek ona sözlük anlamına bağlı olarak yepyeni bir manâ kazandırmıştır.

Bütün insan topluluklarının sahip olduğu kurallara ve uydukları kanunlara sözcük anlamıyla ‘şeriat’ demek mümkündür. Çünkü şeriat kelimesi, takip edilen yoldur, üzerinde yürünülen caddedir, uyulan kurallar bütünüdür, yasadır, hukuktur, prensiptir.

Bu bakımdan tarihte bütün insan toplulukları bir şeriata sahip olmuşlardır diyebiliriz. Şeriatsız bir toplum; kaos toplumudur.

Bugün kanun hakimiyeti ve anayasası olan ülkeler, bu anlamda şeriata sahiptirler.

Sözlük anlamıyla bu şeriatlerin insan aklına dayalı olup olmaması önemli değildir.  

Bundan dolayı «şeriat yanlıştır, kötüdür» demek, «bir toplumunda yasa olması kötüdür, anayasal düzen iyi değildir, kargaşa, anarşi, kanunsuzluk daha iyidir» demektir.

İslâm’ın ana konularını bir kaç başlıkta ifade edebiliriz:

1.Akâid

2.Ahlâk

3.Şeriat; bu da üç kısımdır:

a-İbadet

b-Muamelât

c-Ukubât

İslam fıkhında ‘şeriat’; bütün emir ve yasakları, bütün hükümleri ve yasaları içerisine alacak şekilde İslâm Dini karşılığında kullanılmaktadır. Buna göre İslâm şeriatı denildiği zaman, Hz. Muhammed (sav) ile gönderilen din ve onun hükümleri akla gelir.

Dolayıyla ku kelimeyi İslam hakkında kullanırken, diğerlerinden ayırmak için İslam şeriati denilmeli.

Şeriatın çoğulu ‘şerâyi’’dir.

Şeriat hükümlerini gönderene ve ortaya koyana; ‘şâri’,

şeriat koymaya da ‘teşri’  denir.

Türkçede günlük konuşmalarda kullanılan ‘meşru’’ kelimesi, şeriata, kanuna ve olması gerekene uygun olan demektir.

Bugünkü Arapça’da büyük caddelere ‘şâria’ denilmektedir.

İslâmın diğer adı olarak İslâm şeriatini şöyle açıklamak mümkün:

«İnsanın en sonunda kanmak, mutluluğa erişmek ve kulluk görevini yapmak için günlük hayatının her anında izlemesi gereken ilâhi yol» demektir.

İnsan, bu ilâhî yola girerse, bu yolun getirdiği ilkeleri izlerse su kaynağına ulaşır. Böylece susuzluğunu giderir, suya kanar ve mutluluğa kavuşur.

Rabbimiz Elçisine, onun şahsında da mü’minlere şöyle buyurdu:

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿18﴾

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.”  (Câsiye 45/18)

Şeriatin bu âyette sebil, sırat gibi din anlamında yol…

İnsanlar için bir ‘şeriat’ ve bir ‘minhâc’ var edildiğini tekrar hatırlayalım :

“Sana da (Ey Muhammed) önündeki kitap (lar)dan olanı doğrulayıcı ve ona bir şahid-gözetleyici olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve sana gelen hakk’tan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir minhac (yol-yöntem) kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu), size verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız….” (Maide 5/48)

Görüldüğü gibi Rabbimiz, insanların uyması gereken kaynağı, gidilmesi gereken yolu haber veriyor.  

4-Selek

Bunun aslı ‘seleke-sulûk’ fiilidir. Bu da yola girmek, yolda yürümek; (bir şey) başka bir şeyin içine nüfuz etmek, katılmak, intikal etmek demektir.

 Araplar “Selektü’l-tarîkah-Yola girip içinden geçip gittim” derler. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 349)

Sülûk, “yol” anlamına gelen ve terminolojide benzer çağrışımlara sahip olan tarîk ve tarîkat kavramlarından daha kapsamlıdır.

Tasavvufta “insanı Hakk’a ulaştıran tavır, amel, ibadet, fiil, hareket ve davranış tarzları” mânasında kullanılmıştır. Seyr-i sulûk deyimi vardır.

Sülûk kelimesi, ilk dönem tasavvuf klasiklerinde dinî hayatla ilgili bütün fiilleri kapsayan geniş bir kullanıma sahipken 12. yüzyılda tarikatların ortaya çıkmasından sonra daha çok “Hakk’a ulaşma yolunda belli tasavvufî âdâb ve erkânın uygulanması” (Uludağ, S. TDV İslam Ansiklopedisi, 38/127) bir tarikate girme ve orada ilerleme anlamını kazanmıştır. 

Kur’an’da sulûk-selek olarak geçmez ama 12 defa fiil hâlinde yer alıyor.

-Tabiatta yol imkanını Allah’ın yaratması anlamında;

اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى ﴿53﴾

“Rabbim, yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar (seleke leküm) açan ve size gökten yağmur indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.” (Tâhâ 20/53)

      وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطًاۙ ﴿19﴾ لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا۟ ﴿20﴾

“Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz (li-teslukû) .” (Nûh 71/20)

-Arının kendisi için takdir edilen rotayı izlemesi anlamında

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ ﴿68﴾ ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿69﴾

“Rabbin bal arısına: "Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin;

sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü (fe’slüki)" diye öğretti. Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.” (Nahl 16/68-69)

-Elçilerin yanına melek sevketme anlamında

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ ﴿27﴾

“Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür (salar-yeslükü) ki resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.” (Cinn 72/27)

       -Cehenneme veya azaba sürükleme anlamında

اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ ﴿39﴾ ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ ﴿40﴾ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿41﴾ مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿42﴾ قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿43﴾

“Ancak, defteri sağdan verilenler böyle değildir; onlar cennettedirler. Suçlulara: "Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?" diye sorarlar. “Biz namaz kılandan değildik” derler.” (Müdessir 74/39-42)

كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿200﴾ لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ ﴿201﴾ فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿202﴾

“Suçluların kalblerine Kuran'ı böylece sokarız da (seleknâhu), can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmazlar. Bu azap onlara haberleri olmadan geliverecektir.” (Şuarâ  26/200-202. Bir benzeri: Hıcr 15/12)

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ ﴿16﴾ لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ ﴿17﴾

 “Ama doğru yola girmiş olsalardı, onları bu hususta denememiz için onlara bol su içirirdik;

kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba sokar (sürükler-yeslükhu).” (Cinn 72/16-17)

خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ ﴿30﴾ ثُمَّ الْجَح۪يمَ صَلُّوهُۙ ﴿31﴾ ثُمَّ ف۪ي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُۜ ﴿32﴾

“(Allah, şöyle der:) “Onu yakalayıp bağlayın.” “Sonra onu cehenneme atın )sürükleyin).” Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun! (fe’slukuhü).” (Hâkka 69/30-32)

-Bir şeyi bir şeye sevketme, sokma anlamında

اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ ﴿32﴾

“Elini koynuna sok (üsluk). (Alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın. Korkudan açılan kolunu kendine çek (toparlan)...” (Kasas 28/32. Bir benzeri: Mü’minûn 23/27)

Görüldüğü gibi Kur’an’da ‘selek’in fiili hâli yol değil, yola koymak, yol yapmak, bir yola sevketmek, yolda yürümek anlamında kullanılmış.

Türkçe’de bu kökten gelen ‘meslek’ kelimesi var. Bu da; bir kimsenin kendine temel çalışma alanı edindiği, geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iş, 2. Anlamı; çığır, okul, ekol demektir.

 

5-Millet,

Ayrı bir ders olarak işlenmeli

6-Necd

Bunun aslı ‘necede’ fiilidir. Bu da; bir şey belli, aşikâr olmak, bir şey çıkıp yükselmek, cesur, iş bitiri olmak gibi anlamlara gelir.

Necd (çoğulu; enced, nicâd); yüksek yer, cesur ve becerikli kişi, yol, hüzün, açık yer, açık iş, becerikli rehber gibi anlamlara gelir.

Necdet; Kahramanlık, heyecan, İmdada yetişmek demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/193)

İnsanın önüne iki yol konulduğunu, bunlardan dilediğini seçebileceği Kur’an’da bir başka yerde “necd” kelimesi ile anlatılıyor.

اَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِۙ ﴿8﴾ وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِۙ ﴿9﴾ وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِۚ ﴿10﴾

«Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?

Ona iki yolu (necdeyn’i) göstermedik mi?» (Beled 90/8-10) 

Yani, “Biz, insana sadece akıl ve düşünme yeteneği vererek onu kendi hâline bırakmadık. Ayrıca ona yol da gösterdik.

Tefekkür ederek ve anlayarak seçim yapması için ona hayır ve şer, hidâyet ve sapıklık yollarını açıkladık.” (Mevdûdî, Ebu’l-Âla, Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 7/126)

Âyette geçen necd (ikilisi: necdeyn); görünen, belirgin yol demektir. Kur’an’da sadece burada geçer.

‘Necdeyn; tümsek tepe (Taberî; İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/590) veya doğrudan doğruya yüksek yol mânâsından mecaz olarak biri hayır biri şer iki yüksek gayeye giden, biri uğurlu biri uğursuz iki yüksek yol mânâsındadır. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/224)

Müfessirler “necdeyn’in manası konusunda ihtilaf ettiler. Bazılarına göre Allah insana hayr ve şer, hidâyet ve dalâlet olarak iki yol gösterdi. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/486)

İnsan sûresinde işaret edildiği gibi (bkz: İnsan 76/3)

Bu açıdan bunun İnsan Sûresi’ndeki;

 اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا ﴿3﴾  “Biz ona yolu (sebîl’i) gösterdik” âyetiyle aynı anlamda olduğunu söylendi.

Bu ifadenin 11. âyette geçen “akabe-sarp yokuş” kelimesi ile bağlantısı olduğunu söylenebilir. Takip eden âyetlerde akabe’nin köle azat etmek, yetimi ve yoksulu doyurmak olduğu söyleniyor.

Bu da herkes için kolay değildir. Belki sarp bir yokuşu, necd gibi yüksek bir yeri, tepeyi aşmak gibi, zor bir yolda yürümek gibi bir şeydir.

Ancak necdeyn ifadesi önümüze konulan iki yoldan birinin daha kolay olduğunu gösterir. O da iman etmek, ondan sonra da merhametli ve sabırlı olmak, merhameti ve sabrı tavsiye etmektir. Böyle yapanlar da Kur’an’a göre meynetli kimselerdir. (Beled 90/17-18)

Tefsirci Hasen mürsel olarak (sahabeyi atlayarak) Peygamber’in şöyle dediğini anlatıyor: “(Necdeyn) iki yoldur: Hayır ve şer yolu. Demek ki şer yolu size hayır yolundan daha sevgili kılınmamıştır." (Taberî; İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/591)

 

7-Mezheb

Bu şekilde Kur’an’da geçmez. Mezheb; sözlükte gitme, izleme, gidilen yol anlamlarına gelir.

Kişisel görüş, bir inanç, varılan kanaat veya doktrin manalarında kullanılmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 326)

İslâm kültüründe kavram olarak ‘mezheb’; bir müctehidin dinin ayrıntılarına (furû’a) ilişkin konularında, kendine mahsus kural ve metodla meydana getirdiği görüşler toplamı veya hukuk anlayışı demektir.

İslâm tarihinde fıkhî, siyasî ve itikadî bütün görüşler ve akımlar hakkında ‘mezheb’, ‘fırka’ ve ‘nıhle’ kavramları kullanılmıştır.

8-Sebîl

Ayrı bir ders olarak işlenecek.

 

9-Sırat

Ayrı bir ders olarak işlenecek.

 

-Sonuç olarak

İlk devirlerden beri insanların din, kulluk, hayat anlayışı gibi üzerinde oldukları sayısız yollar var. Bunların içerisinde sadece bir tanesi hak, dosdoğru (müstakîm), hidâyet ve insanı hedefinde götürücü…

Bu sebeple âlemlerini Rabbi Allah’ın kullarına çağrısı şöyle:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿153﴾

"İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah, size bunları emretti.” (En'am 6/153)

Bu âyete Sırat-ı Müstakîm dersinde tekrar döneceğiz.