Kur'an'da mü'minlerin bir özelliği olarak ihlas ve muhlis kavramları hakkında bir ders

Beytu’l-Hikme-Hanımlar Grubu: Son Blok

Hüseyin K. Ece

27 Eylûl 2022 – 01 Rabiu’l-evvel 1444

Amsterdam

 

İkinci Ders:

KUR’AN’DA İHLAS-MUHLİS KAVRAMLARI

A-İhlas ve Muhlis

-Sözlükte ihlas;

Bunun aslı ‘halesa’ fiilidir (hulûs/halâs’tır). Bu da onu temiz, hâlis, saf yapmak, içindeki karışımı gidermek, saf veya samimi hâle getirmek, temizlemek, tasfiye etmek, arınmak demektir.

Saf kelimesi ile yakın anlamdadır.

Hâlis, içinde bir karışımı varken sonradan bu karışımın ortadan kalkması.

Sâfi ise, içinde karışım olmayan şeyler hakkında kullanılır.

Bu fiilin if’al kalıbı ‘ahlesa’; bir şeyi içine karışmış ve değerini düşüren başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak, kurtulmak demektir.

İhlas bu kalıbın masdarıdır.

-Terim olarak ihlas; “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir.

İslâmî literatürde ihlâs daha geniş olarak şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder (el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 221. İbni Manzur, Lisânü’l-ʿArab, 5/125)

‘Hulûs’ kökünden gelen çeşitli kelimeler Kur’an’da hem sözlük hem terim anlamında kullanılmış.

Ayrıca Kur’ân’ın 112. sûresine dinin temel ilkesi olan tevhidi en hâlis, en güzel ve özlü bir şekilde dile getirdiği için İhlâs adı verilmiştir.

İhlâs kavramı hadislerde de dinî ve ahlâkî bir fazilet olarak sık sık geçmektedir 

Fıkıh kitaplarında ibadetlerin abdest, niyet, tekbir, kıraat gibi zâhirî şartları yanında bir de huşû, hudû ve ihlâs kavramıyla ifade edilen bâtınî şartlarının bulunduğu yazar. Meselâ abdestsiz kılınan namaz geçerli sayılmayacağı gibi ihlâssız eda edilen ibadetin de makbul olmadığı belirtilmiştir.

İbadetlerde ihlas daha çok ahlâk ve irşad kitaplarında anlatılmıştır. (Ateş, S. TDV İslâm Aksiklopedisi, 21/535-537)

Âlimler ihlâs kulun bütün amellerini sadece Hak için ifa edilmesini, insanların ne dediklerine bakılmamasını tavsiye etmişler. 

Aslında İslâmî yaşantıda sadece ibadet türünden olan davranışlarda değil dünya işlerinde de ihlâs aranır.  İbadetlerin ruhu da ihlâstır.

İhlâssız amelin de amelsiz ihlâsın da kula bir faydası yoktur. Çünkü amellere değer kazandıran ihlâstır, samimiyettir.

Şöyle de denmiş: Kişi çok ibadetle değil ibadetteki ihlâsla kurtuluşa erebilir, ya da kulluk görevini yapmış sayılır. Ancak başkaları bir tarafa kişinin kendisi bile ihlasını bilemez. Onun görevi ihlaslı olmaya çalışmak ve nefsini sürekli denetim altında tutmaktır.

 

-Kur’an’da fiil olarak ihlas

Bir âyette ‘halesû’; bir yerden ayrılma, sanki kalabalıktan, kendilerinden olmayanlardan ayrılıp saflaşma anlamında kullanılmış.

فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّاۜ ... ﴿80﴾

“Böylece, ondan ümitlerini kesince, (aralarında konuyu) görüşmek üzere bir kenara çekildiler.” (Yûsuf 12/80)

Bu fiilin if’al kalıbından ‘ehlesû’ şeklinde kullanıldığını görüyoruz. Bu da hem ihlaslı yapmak, hâlis hale getirmek, samimiyetini artırmak anlamında, hem de bir kimsenin kendi çabasıyla arınmasını, samimi olmasını, İslâm dışı şeylerden uzaklaşmasını ifade ediyor.

Bir âyette ihlaslı yapma anlamında geçiyor.

اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ ﴿46﴾

“Şüphesiz biz onları (İbrahim, İshak ve Ya’kub’u), âhiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler kıldık.” (Sâd 38/46) Allah (cc) bunu kendine nisbet ediyor.

Münafıkların Cehennemin en aşağı yerine düşecekleri söylendikten sonra:

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿146﴾

“Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'ın Kitap'ına sarılanlar ve dinlerini Allah’a (ehlesû) has kılanlar müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdirler. Allah müminlere büyük ecir verecektir.” (Nisâ 4/146)

Demek ki ihlaslı olma insanın kendi niyetine ve çabasına bağlı...

Kur’an bu fiili bir yerde kralın Yûsuf’u (as) kendi yanına seçip alması anlamında kullanıyor. (Yûsuf 12/54)

-Kur’an’da hâlis kelimesi

Hâlis ‘halesa’ fiilini özne ismidir (ism-i fâilidir) ve arınan, temizlenen, saf hâle getiren/olan, has kılınan, mahsus demektir.

وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿139﴾

“Müşrikler “Bir de şu hayvanların karınlarındaki yavrular sırf erkeklerimizin…” dediler.” (En’am 6/139)

وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ ﴿66﴾

“Hayvanlarda da size ibretler vardır. Bağırsaklarındakiler ile kan arasından, içenlere hâlis ve içimi kolay süt içiririz.” (Nahl 16/66)

“De ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki âhiret yurdu (cennet) diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse (size mahsus ise-hâlisatün) ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!” (Bakara 2/94)

Bir kaç âyette has kılınmış, mahsus, özgü anlamında;

قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿32﴾

“De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyâmet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’raf 7/32)

“... Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık)...” (Ahzâb 33/50)

Bir yerde gerçek, hak, arı-duru, Allah’a has kılınması gereken Din hakkında kullanılıyor.

Burada bütün insanlara; “Din olarak Allah’ın gönderdiğini seçin” çağrısı var.

اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿3﴾

“İyi bilin ki, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.” (Zümer 39/3)

-Kur’an’da muhles kelimesi

Muhles, ihlasa erdirilmiş, ihlasa mazhar kılınmış, muhlis yapılmış anlamında. Çoğulu; muhlesîn’dir. 

‘ehlesa’ kalıbı saflaştırma , arındırma, tahsis etme işini yapmayı ifade eder. Eğer bunu fâilin kendisi yaparsa muhlis, bir başkası onu arındırısa veya arınmayı, saflaşmayı sağlayan imkanlarla ihlaslı oluyorsa; buna da ‘muhles’ denir.

Her ikisi de Kur’an’da geçiyor.

Kur’an’da ihlâs peygamberlerin başlıca niteliklerinden sayılıyor. Bu da müşriklerin Allah hakkında iddia ettikleri yanlışlardan beri, arınmış, uzak olduklarını ilan etmeleridir. (el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 221)

 وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا ﴿51﴾

“(Ey Elçi) Kitap'ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem rasûl, hem de nebî idi.” (Meryem 19/51)

Kur’an’daki “ibâdullahi’l-muhlasîn” ifadesi, “Allah’ın yardımına mazhar olup hâlis dindarlığa ve hidâyete ulaştırılmış kullar” anlamındadır. (Taberî,  İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/189)

Yûsuf (as) da muhles (ihlasa erdirilmiş) elçilerden di.

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ ﴿24﴾

“Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (muhles) kullarımızdandı.” (Yûsuf 12/24)

Kur’an Şeytanın secde emrine karşı gelmesinden sonra rahmetten kovulunca, Allah’ın kullarını saptırmak için Allah’tan izin istediğini anlatıyor. Bu izinden sonra insanları saptırmaya çalışacağını ancak ihlâslı kişilere zarar veremeyeceğini itiraf etti.

قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿82﴾ اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ ﴿83

“İblis, “Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım” dedi.” (Sâd 38/82-83)

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿39﴾ اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ ﴿40﴾

“İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim,

içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.” (Hıcr 15/39-40)

Şu ifade Kur’an’da dört defa tekrar ediliyor: “Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş (muhles) kulları başka.”

Kur’an bu dünyada çeşitli şekillerde uyarılmalarına rağmen inkârcı olup aşırı suç işleyenlerin kıyâmette varacağı yer Cehennem azabı olacaktır diyor. Ancak Allah’ın muhles kulları bundan istisna edilecek. (Bkz. Saffât 37/38-40. Saffât 37/71-74. İlyas peygamberi yalanlayanlar: Saffât 37/127-128. Cinleri Allah’a ortak koşanlar: Saffât 37/158-160)

Müşrikler, şunu da söylüyorlardı: “Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar (muhles) olurduk.” (Saffât 37/167-169)

Şüphesiz bu Kur’an’a uymamak için ileri sürülen bir bahâneden, faydası olmayan bir temenniden başka bir şey değildir.

-Kur’an’da muhlis kelimesi

‘Muhlıs’; ‘ehles’a fiilinin failidir (özne ismidir). Çoğulu; ‘muhlisîn veya muhlisûn’dur. 

      قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ ﴿139﴾

“Onlara de ki: “Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na karşı samimi (muhlisûn) kimseleriz.” (Bakara 2/139)

Bu kelime Kur’an’da on yerde “muhlisîne lehü’d-dîn” şeklinde geçiyor.

Bu da “yalnızca Allah’a yönelip O’na kulluk etme, O’na güvenip O’ndan dilekte bulunma, sadece Allah’ın dinini tanıyıp din konusunda kendini Allah’a adama, tevhid inancının saflığını bâtıl itikadlarla zedelemekten sakınma, saf dindarlık” şeklinde hem şirke hem riyaya zıt bir anlam taşır. (Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s: 555 ve 1491)

اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ ﴿2﴾

“(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” (Zümer 39/2)

ُقُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۙ ﴿11﴾ وَاُمِرْتُ لِاَنْ اَكُونَ اَوَّلَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿12﴾

“De ki: "Dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum. Ve bana müslümanların ilki olmam emredildi." (Zümer 39/11-12)

قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿13﴾ قُلِ اللّٰهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًا لَهُ د۪ين۪يۙ ﴿14﴾

“Deki ki: Ben Rabbime asi olursam azabı büyük günden korkarım. De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.” (Zümer 39/14)

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ ﴿29﴾

“De ki: “Rabbim adâleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29)

Allah kendilerine kesin delilli ve sağlam Din gelmesine rağmen tefrikaya düşen ehl-i kitap hakkında:

وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ ﴿5﴾

“Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir” buyuruyor. (Beyyine 98/5)

İnsanlar başları darda kaldığı zaman Allah’ın hatırlarlar, dini Allah’a has kılarak, yani O’na teslim olarak dua ederler, yalvarırlar. Ama sıkıntıdan kurtulunca yine O’nu unuturlar canlarının istediğini yaparlar.

Kur’an bu gerçeği fırtınaya tutulan gemi yolcuları örneği ile hatırlatıyor. 

فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ ﴿65﴾

“Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar.” (Ankebut 29/65)

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿32﴾

“Onlar (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.” (Lukman 31/32. Ayrıca bkz: Yûnus 10/22)

Allah (cc) mü’minlere hitap ederek:

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿14﴾

“O hâlde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah’a has kılarak O’na dua edin” buyuruyor. (Mü’min 40/14)

هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿65﴾

“O, diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde sadece Allah’a itaat ederek muhlis (samimi olarak) O’na dua edin. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.” (Mü’min 40/65)

Bu ifade bir hadiste de geçiyor. Hadisten Rasûlüllah’ın bu âyetlerin gereğini yaptığını anlıyoruz.

Ebu Zübeyr “Ben Abdullah b. Zübeyr’in minberde şöyle dediğini işittim: “Nebi (sav) namazı bitirdiği zaman şöyle derdi: “Senden başka tanrı yoktur, Sen Teksin, Senin ortağın yoktur. Kafirler hoşlanmasalar da hâlis din O’na aittir (muhlisine lehu’d-din) (deriz). Allah nimetin, fadlın, en güzel övgünün sahibidir. Ondan başka tanrı yoktur. Kafirler istemese de hâlis din O’nundur (deriz).” (Ebû Dâvûd, Vitir/25 no: 1506)

-İhlaslı olmak

Fahreddin er-Râzî, “muhles kullar” ifadesinin geçtiği Hicr 15/40. âyeti açıklarken ihlâsın “bir şeyi karışımdan temizleyip saf hâle getirmek” şeklindeki sözlük anlamını hatırlattıktan sonra;

insanın bir ameli ya sırf Allah için ya da Allah’tan başka biri için veya her iki amacı birlikte gözeterek yapacağını, sonuncu durumda ya Allah rızâsını veya başkasını memnun etmeyi öne alacağını belirtmekte, bunlardan sadece birinci amelin makbul olduğunu, ameline gösteriş karıştırmakla birlikte Allah rızâsını önde tutanların da ihlâslı kimselerden sayılmasının umulduğunu söylemektedir. (Mefâtîhu’l-Ğayb, 19/188-189’dan Ateş, S. TDV İslâm Aksiklopedisi, 21/535-537)

İslâmı kabul etme ve yaşama konusunda insanın samimi olması gerekeir.

Enes b. Mâlik’in (ra) naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:  

“Kimin azusu âhiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakîr gelmeye başlar.

Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder.

Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” (Tirmizî, Kıyâmet/30 no: 2465. İbni Mâce bunu Zeyd b. Sâbit kanalıyla rivâyet etti. Bkz: Zühd/2 no: 4105)

Ebû Hureyre’nin (ra) naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle dedi:

“Allah (st) şöyle buyurdu: “Ey âdemoğlu! Kendini ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakrını kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, fakrını da kapamam." (Tirmizî, Kıyâmet/30 no: 2466. İbni Mâce, Zühd/2 no: 4107)

        -Hadislerde niyet ve ihlas

Rasûlüllah çeşitli vesilelerle Allah rızâsı için ihlâsla amel etmenin önemini ve faziletini vurgulamıştır. (meselâ bkz: Ahmed b. Hanbel, 3/225, 4/80, 82, 5/183)

Allah’ın Rasûlü Veda hutbesinde amellerin Allah rızası işlenmesini, riya yapılmamasını tavsiye etti. (İbni Mâce, Menâsik/76 no: 3055)

Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle dedi: “Birinin üzerine cenaze namazı kıldığınız zaman ona yaptığınız duada ihlaslı olun” dedi.” (Ebû Dâvûd, Cenâʾiz/56 no: 3199)

O ihlâslı bir kalple iman etmiş kişinin âhiret kurtuluşuna ereceğini müjdelemiştir. (Ahmed b. Hanbel, 5/147)

Kendisi de; “Yâ rabbi! Beni sana karşı ihlâslı bir kul yap” şeklinde dua etmiştir. (Ebû Dâvûd, Vitir/25 no: 1508. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 4/369)

Ömer’in (ra) anlattığına göre Rasûlullah (as) şöyle buyurdu:

"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir." (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy/1, İman/41 no: 54, Itk/6 no: 2529, M. Ensâr/45 no: 3898, Nikâh/5 no: 5070, Eymân/23 no: 6689, Hiyel/1 no: 6953. Müslim, İmâret/45(155-1907) no: 4927. Ebû Dâvûd, Talâk/11 no: 2201. Tirmizî, F. Cihâd/16 no: 1647 (Hasen sahih kaydıyla). Nesâî, Tahâret/60 no: 75)

Abdullah b. Ömer’in (ra) naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle dedi: "Allah bir kavme azap indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (kıyâmet gününde) herkes niyetlerine (ve amellerine) göre diriltilirler." (Buhârî, Fiten/19 no: 7108. Müslim, S. Cenne/19(84-2879) no: 7234)

Ebû Hüreyre"den nakledildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr/10(34-2504) no: 6543. İbni Mâce, Zühd/9 no: 4143)

Cübeyr b. Mut’im babası kanalıyla rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah şöyle dedi: “Bizden bir söz duyup aynen duyduğu şekilde başkasına iletenin yüzünü Allah ak etsin. Nice bilgi taşıyan kimse vardır ki onu kendisinden daha kavrayışlı birine ulaştırması mümkündür. Yine nice bilgi taşıyan kimse vardır ki o bilgiyi anlayacak yetenekte değildir.

Üç şey vardır ki bunlarda mü’minin kalbine hile düşüncesi girmez:

Allah için ameldeki ihlasta,

yöneticilere nasihat etmekte,

cemaate bağlı kalınmasında...” (İbni Mâce, Menâsik/76 no: 3056. Tirmizî bunu Abdurrahman babası Abdullah b. Mes’ud’tan rivâyet etti. Bkz: Tirmizi, İlim/7 no: 2658. İbni Hibban, K. İlim/ 1/143. Ahmed b. Hanbel, 3/225, 4/80)

Şeddâd b. el-Hâd (ra) anlattı: “Bir bedevi gelerek Rasûlüllah’a iman etti ve ona tabi oldu. Sonra da;

-“Seninle hicret edeyim mi?” dedi. Rasûlüllah onu sahabelere bıraktı.

Bir zaman sonra yapılan bir gazvede Rasûlüllah bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu gazveye katılanlara taksim etti. Onun payını da görevli sahabeye verdi. Zira o arkada gözetleme görevinde idi. Adam gelince hissesini ona verdiler. O da;

-“Bu nedir?” diye sordu. Onlar da;

“Rasulüllah’ın sana ganimetten ayırdığı pay dediler.

Adam onu alıp Rasulüllah’a geldi ve

-“Bu nedir?” dedi. Rasûlüllah da;

-“Bu payı sana ayırdım” dedi. Adam;

-“Ben bunun için sana tabi olmadım. Fakat ben –eliyle boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve Cennete gitmem için sana tabi oldum” dedi. Rasûlüllah da;

-“Sen Allah’a sâdık olduğun zaman O da sana (va’dinde) sâdık olur.

Sahabeler biraz kaldıktan sonra düşmanla savaşmak üzere kalktılar. Az sonra adamı az sonra sırtlayıp Rasûlüllah’a getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Rasulüllah;

-“Bu o adam mı?” diye sordu.

-“Evet” dediler. O da şöyle dedi:

-“Öyleyse o Allah’a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi.”

Sonra onu kendi cübbesi ile kefenledi, cenazesini ön tarafa aldı ve üzerine namaz kıldı. Duasında şunu dedi:

-“Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere beldesinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhitlik ediyorum.” (Nesâî, Cenâiz/61 no: 1955)

-İhlas riyanın zıddıdır

Ebû Hüreyre’nin naklettiğne göre Rasûlullah (sav) şöyle dedi:

“Kıyâmet günü ilk çağrılacaklar, Kur’an-ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir.

Allah (cc) Kur’an okuyana:

-“Ben Rasûlüme inzâl ettiğim şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak. Adam:

-“Evet ya Rabbi! diyecek.

-“Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye Rabb tekrar soracak. Adam:

-“Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum” diyecek. Allah:

-“Yalan söylüyorsun! diyecek. Melekler de ona:

-“Yalan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar, Allah ona:

-“Bilakis sen, “Falanca Kur’an okuyor” densin diye okudun ve bu da söylendi” der.

Sonra, mal sahibi getirilir. Allah (st):

-“Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?” der. Zengin adam;

-“Evet ya Rabbi” der.

-“Sana verdiğimle ne amelde bulundun?” diye Allah (st) sorar. Adam:

-“Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim” der. Allah:

-“Bilakis sen: “Falanca cömerttir” desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi” der.

Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah (st):

-“Niçin öldürüldün?” diye sorar. Adam:

-“Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım” der. Hakk Teala ona:

-“Yalan söylüyorsun!” der. Melekler de:

-“Yalan söylüyorsun!” diye ona çıkışırlar. Allah ona tekrar:

-“Bilakis sen: “Falanca cesurdur” desinler diye düşündün ve bu da söylendi” buyurur.

Sonra (Rasûlullah (sav) Ebû Hureyre’nin dizine vurup: “Ey Ebû Hureyre! Bu üç kimse kıyâmet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur!” dedi.”

Şüfeyy der ki: “Ben Ebu Hüreyre’den aldığım bu hadisi, Muaviye’ye haber verdim. Bunun üzerine: “Böylelerine bu muamele yapılırsa, insanların geri kalanlarına neler yapılır?” dedi ve ağlamaya başladı, öyle ki helâk olacağını zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaşlarını) sildi. Ve şunları söyledi:

“Allah ve Onun Rasûlü doğru söylediler:

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ ﴿15﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿16﴾

“Dünya hayatını ve onun zinetini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da bâtıldır” (Hûd 11/15-16) (Müslim, İmâret/162, (1906), Tirmizî, Zühd/48 no: 2383. Nesâî, Cihad/22)

Ebû Hüreyre şöyle dedi: Ben Resûlullah’ı (sav) şöyle derken dinledim: “Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.” (Müslim, Zühd/5(46-2985) no: 7475. İbni Mace, Zühd/21 no: 4202. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, 2/301, 435)

Abdullah b. Ömer’den (ra) rivâyet edildiğine göre birtakım insanlar kendisine gelip "Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam zıddı olan sözler söyleriz”, dediler. Bunun üzerine  İbni Ömer:

- "Biz bu sizin yaptığınızı Rasûlüllah zamanında münafıklık sayardık" cevabını verdi. (Buhârî, Ahkâm/27 no: 7178)

Ebu Hureyre’nin Rasâlüllah’tan şöyle işittiği rivayet edildi. “İnsanların en şerlisi iki yüzlü olandır. Böylesi birine bir yüzüyle, diğerine bir tüzüyle gelir.” (Buhârî, Ahkâm/27 no: 7179)

Cündeb b. Abdullah b. Süfyân’dan rivâyet edildiğine göre Nebî (sav) şöyle buyurdu: "(Kim işlediği hayrı) halka işittirirse, Allah onun (gizli işlerini) duyurur. Kim de riya yaparsa Allah da onun riyakârlığını açığa vurur." (Buhârî, Rikak/36 no: 6499.  Müslim, Zühd/5(47-48, 2986) no: 7477. Ayrıca bkz. İbni Mâce, Zühd/21 no: 4206)

Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Allah'ın (st) hoşnudluğunu kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyâmet günü cennetin kokusunu bile alamaz." (Ebû Dâvûd, İlim/12. Ayrıca bkz. İbni Mâce, Mukaddime/23)

“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allâh’a şirk koşmaktır. Bu sözümle onların Ay’a, Güneş’e veya puta tapacaklarını kasdetmiyorum. Beni korkutan asıl şey, Allâh’ın rızâsının dışındaki gâyeler için yapılacak ameller ve gizli şehvetlerdir (riyâ ve gösteriş duygularıdır).” (İbn-i Mâce, Zühd/21 no: 4205)

Ebû Said b. Ebi Fedâle (ra) ve bazı sahabeler şöyle anlattılar: Rasûlüllah dedi ki: “Vakta ki Allah öncekileri ve sonrakileri kendisinde şüphe olmayan gün olan kıyâmet günü birarya toplar bir münadi şöyle nida eder: “Kim Allah için yaptığı amele birisini ortak koşmuşsa, onun sevabında Allah’tan başkasından istesin. Allah şüphesiz ortağı olmaktan uzaktır.” (İbni Mâce, Zühd/21 no: 4203)

Ebu Hüreyre ve İbni Ömer’in naklettiklerine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ahir zamanda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden vahşidir. Cenab-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir: "Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zat-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler." (Tirmizî, Zühd/60 no: 2406-2407)

Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Allah (st) diyor ki: "Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım." (Müslim, Zühd/5(46-2985) no: 7475)

Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “...Kıyâmet gününde, Allah’ın katında en kötü olacakların bir kısmı da iki yüzlüler olacağını göreceksiniz. Bunlar birilerine bir yüzle, diğerlerine bir yüzle giden insanlardır.” (Buhârî, Edeb/52 no: 6058. Müslim, Fedâil/48(199-2526) no: 6454. Muvatta, Kelâm/21. Tirmizî, Birr/78 no: 2026. Ebû Dâvûd, Edeb/39 no: 4872)

-İhlas Sûresi

Mushaftaki sıralamada 112., iniş sırasına göre 22. sûredir. Nâs Sûresinden sonra, Necm Sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Bu kısa sure İslâmın esası olan tevhid (bir Allah) inancını özlü bir şekilde ifade eder, Allah’ın yine özlü bir şekilde tanıtıyor.

Bir anlamda tanrılığı, ilaha ait sıfatları yalnızca tanrı zannedilenlerden arındırarak alemlerin Rabbine tahsis ediyor.

İhlas Sûresi Zümer 67. Ayetteki “Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...” ifadesine bir cevap gibidir.

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {67}  

Yani O Allah ki, tekdir, eşi ve benzeri yoktur...

Sure Kelime-i Tevhid’in   اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا  tefsiridir.  Üçü olumlu üçü olumsuz altı cümleden oluşan surenin konusu Tevhid, amacı Allah tasavvurumuzu inşa etmektir.

Her bir cümle arasında sebep sonuç ilişkisi vardır.

İhlas suresi Allah’ı tanıtan ilâhi kartvisit gibidir. 

Kulun Rabbine ihlasla intisabını ele alır.

Kul ile başlaması muhatabını inşa etmek amacıyladır.

İhlas Sûresi, önceki Kafirûn Sûresiyle anlam ilişkisine sahiptir.

Kafirın Sûresindeki Tevhid ilanı bu sûrede açıklığa kavuşturuluyor. 

İnkârcılar için yaşanacak azap tehlikesinin zıddına, kurtuşun iman reçetesi işte bu sûrede verilmekte ve müslümanların Allah inancı inşa edilmektedir.

Bu sûrede kurtuluşun yol haritası çizilmektedir

Ayrıca bu sûre Yüce Allah’a çocuk isnadında bulunan ve O’nunla nesep bağı kurmaya çalışan herkese açık ve evrensel bir mesajdir.

Bu sûrede Allah’ı bizzat Allah anlatmaktadır. Bu yüzden bu sûre vahyin zirvesidir. Zira sûre, varlığın zirvesi olan Allah’tan söz etmektedir.

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ﴿1﴾ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿2﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿3﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ ﴿4﴾

“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”

Ubeyy b. Kâ’b anlattı: “Müşrikler Rasûlüllah’a; “Rabbini bize tanıt” dediler. Bunun üzerine İhlas Sûresi inzâl oldu.“ Ubeyy bu Sûreyi şöyle açıkladı:

“Samed; “doğurmayan ve doğurulmayan” demektir. Çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye vâris olunacaktır. Allah ise ne ölür ne de O’na vâris olunur. “Hiç bir şey O’nun dengi değildir” âyeti O’na benzer , bir denk olmadığını, Allah’a benzeyen hiç bir şey bulunmadığını ifade eder.” (Tirmizî, Tefsir/112-İhlas no: 3364-3365. Ahmed b. Hanbel 5/133-134)

Ebu Vail demiş ki: “Samed, efendilikte son mertebeye ulaşayan efendidir.” (Buhârî, Tefsir-İhlas/2)

Enes (ra) ve İbni Abbas naklettiler: Rasûlüllah (sav) buyurdu: “Zilzâl Sûresi Kur’an’ın dörtte birine denktir.” (Tirmizî, F. Kur’an/10 no: 2896-2897)

Denildi ki Kur’an dört ana konuya yer verir: “Tevhid, nübüvvet, dünya hayatı ahkâmı ve âhiret.” Zilzâl dördüncüyü anlattığı için böyle söylenmiş olabilir.

Aşağıda bu sûrenin fazileti ile ilgili pek çok rivâyet var.

Ama unutmamak gerekir ki Kur’an’ın bütün sûreleri ve âyetleri Allah’ın kelâmıdır. Bu itibarla, hiç biri diğerinden daha iyi ve daha az iyi değil, hepsi aynı değerdedir.

Sadece bu sûrenin Kur’an’ın üçte birine denk sayılması da konu bakımından tevhidi ele alması nedeniyledir.

Rasûlüllah (sav) İhlas Sûresinin Kur’an’ın üçte birine denk olduğunu söyledi. Bu da muhtemelen Kur’an’ın üç temel konusu vardır görüşüne kaynak olmuş: “Tevhid, tevhid, nübüvvet ve âhirettir”

Ebu Sa’id’in (ra) naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) (bir gün) sahabelerine;

-“Sizden biri bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan aciz midir?” diye sordu:

-“Buna hangimiz güç yetirebilir? dediler. Rasûlüllah;

-“Kul hüvallahu ehad Allahu’s-Samed (İhlas Suresi) Kur’an’ın üçte biridir” dedi.” (Buhari, F.Kur’an/13 no: 5015. Ebû Dâvûd,  Salat/353 no: 1961. İbni Mâce, Edeb/52 no: 3787-3789. Muvatta, Kur’an/17, 19, 208. Tirmizî,  S.Kur’an/11 no: 2896 Hasen kaydıyla)

Müslim ve Dârimî bunu  Ebu’d-Derdâ’dan naklediyor. (Bkz: S. Müsafirin/45(259-811) no: 1886. Darimî, F. Kur’an/23 no: 3434) 

Ebu Eyyûb’un naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle dedi:

-“Her birinizin, her gece «Kul hüvallâhu ehad» okumasına engel olan şey nedir? Çünkü onu okuyan Kur’an’ın üçte birini okumuş olur.” (Tirmizî, F. Kur’ân/11 no: 2896)

Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) “Kul huvellahu ehad” Sûresi hakkında:

-“Şüphesiz ki o sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” buyurdu.” (Müslim, Müsâfirîn/45(261-812) no: 1888. Tirmizi, F. Kur’an/11 no: 2899)

Hamîd b. Abdurrahman babasının şöyle dediğini nakletti. Rasulüllah’a İhlas Sûresinden soruldu. O da “onun Kur’an’ın üçte biri, ya da dengi olduğunu” söyledi. (Darimî, F. Kur’an/24 no: 3439)

 Ebû Said el-Hudrî’nin anlattığına göre; “Birisi bir adamın Kul hüvallahu ehad’ı tekrar tekrar okuduğunu duydu. Sabah olunca Rasûlüllah’a gelip bunu sordu. Adam sanki diğerinin yaptığını azımsıyordu. Rasûlüllah (sav);

-“Canımı kudret elinde tutana yemin ederim ki o, Kur’an’ın üçte birine denktir.” (Buhârî, F. Kur’an/13 no: 5013-5014, Eyman/3 no: 6643, Tevhid/1 no: 7374. Nesâî, İftitah/69 no: 996. Ebû Dâvûd, Vitr/18 no: 1461. Muvatta, Kur’an/6. Ahmed bin Hanbel, 2/173, 3/8)

Enes b. Mâlik anlattı: Bir adam bütün namazlarında Kul hüvallâhu ahad Sûresini okuyordu. Durum Peygamber’e bildirildi. Allah Rasûlü adamı çağırarak bunun sebebini sordu. O kimse de:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben bu sûreyi çok seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Peygamber:

“-Senin onu sevmen, seni cennete sokar.” buyurdu. (Tirmizî, F. Kur’ân/11 no: 2903. Buhârî uzun bir hadisin içinde, Ezan/106 no: 774. Bir benzeri: Dârimî, F. Kur’ân/24, no: 3438)

Aişe’nin (r.anhâ) rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (sav) sahabelerden bir kişiyi askerî bir bölüğe komutan tayin edip gazaya göndermişti. Bu zat bölüğe her namaz kıldırışında (ikinci rekâtta) İhlâs sûresini okuyarak kıraatını bitirirdi. Dönüşte, komutanın namazı İhlâs sûresi ile bitirmeyi âdet edinmiş olduğunu Rasûlullah’a haber verdiler. O da:

-“Niçin böyle yaptığını ona sorunuz!” buyurdu. Sordular.

-İhlâs sûresi, Rahmân’ın sıfatlarını ihtivâ ediyor. Bu sebeple ben onu okumayı severim, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“Allah’ın da onu sevdiğini kendisine haber veriniz!” dedi.”  (Müslim, S. Müsâfirîn/45(263-813) no: 1890. Nesâî, İftitah/68 no: 994) 

Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer (ra) ve Aişe (r.anhâ) Rasûlüllah’ın sabah namazının iki rek’atında Kafirun ve İhlas Suresini okuduğunu naklettiler. (Ebû Dâvûd, Tatavvu/2 no: 1256. İbni Mâce, İkâmet/102 no: 1148-1150)

Abdullah ibni Ömer’dan rivâyet edildiğine göre o şöyle demiş: “Rasûlullah’ı yirmi defa takip ettim. Akşam namazın ve sabah namazının iki rek’atında Kafirûn ve İhlas Sûrelerini okudu.” (Nesâî, İftitah/68 no: 993. Bir benzeri; İbni Mâce, İkâmet/102 no: 1149)

Câbir b. Abdullah (ra) “Rasûlullah’ın Kâfirûn ve İhlâs Sûresi’ni iki rekât tavaf namazında okuduğunu nakletti. (Müslim, Hacc/19)

Ebû Hureyre şöyle anlattı: “Rasûlullah (sav) ile beraber yürüyordum. Bir ara Rasûlullah İhlâs suresini okuyan bir ses duydu ve Vacip oldu buyurdu. Ben:

-“Ne vacip oldu ey Allah’ın Resulü?” diye sorunca:

-“Cennet” dedi.” (Nesâî, İftitah/69 no: 995. Tirmizî, F. Kur’an/11 no: 2897)

Abdullah b. Hubeyb babasının şöyle anlattığını nakletti: “Hafif bir yağmur altında ve karanlıkta kaldık. Rasûlüllah’ın bize namaz kıldırması için bekledik. Derken geldi ve “söyle” dedi. “ne söyleyeyim?” dedim. Şöyle buyurdu:

“Sabahladığında ve akşamladığında Kul huvallahu ehad’ı. Bir de muavvizeteyn’i üç kere oku. Bu sana yeter.” (Nesâî, İstiâze/1 no: 5430)

Enes b. Mâlik (ra) anlattı: “Ensar’dan bir adam vardır. Ku’ba mescidinde imamlık yapardı. Okuyabileceği bir sureyi namazda okuyacağında İhlâs Sûresi ile başlar sonra başka bir sûre okur ve her rekâtta aynen böyle yapardı. Arkadaşları kendisiyle konuştular ve şöyle dediler:

-“Sen bir sûreyi okuyor, onu yeterli görmeyip başka bir sûre daha okuyorsun. Ya daima bu sûreyi oku veya diğerlerini oku (yani aynı rek’atta ikisini birden okuma)!”

Ensâr’dan olan bu kimse dedi ki:

-“Ben bu İhlâs Sûresini okumayı bırakacak değilim. Size bu sûre ile namaz kıldırmamı isterseniz yaparım, istemiyorsanız imamlığı bırakırım.” dedi. Cemaat onu aralarında en faziletli kimse biliyorlardı, başkasının imamlık yapmasına gönülleri razı olmadı. Rasûlullah kendilerine uğrayınca durumu O’na haber verdiler. Bunun üzerine:

-“Ey filan dedi; cemaatin söylediğinden seni alıkoyan ve her rek’âtta bu sûreyi okumaya seni yönelten sebep nedir?” buyurdu. O kimse de:

-“Ey Allah’ın Resulü! Ben bu sûreyi seviyorum”, deyince, Rasûlullah şöyle dedi:

-“Bu sûreyi sevmen, cennete girmene sebep olacaktır.” (Tirmizi, F. Kur’ân/11 no: 2901. Dârimî son iki cümleyi nakletmiş. Bakz: F.Kur’ân/24 no: 3438)

        -İhlas Sûresini okuyanlara va’dler

Enes b. Malik’ın naklettiğine göre Allah ‘ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Kim hergün ikiyüz defa Kul hüvallahu ahad’ı okursa onun borcu hariç onun elli senelik günahı silinir. Kim de uyumak istediğinde yatağına sağ yanına yatar, sonra İhlâs Sûresi’ni yüz kere okursa, kıyâmet günü Rabbi (tt) ona şöyle diyecektir: ”Ey kulum! sağından cennete giriver.” (Tirmizî, F. Kur’ân/11 no: 2898)

Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim Kul hüvallahü ehad Sûresini tamamlayıncaya kadar 10 defa okuyacak olursa, Allah ona cennette bir köşk bina eder. Her kim yirmi defa okursa, bu sebeple Cennette onun için iki köşk yapılır. Kim de onu otuz defa okursa, bundan dolayı Cennet’te onun için otuz köşk yapılır!” Bunun üzerine Ömer (ra):

-“O halde ey Allah’ın Rasûlü! Biz de çok okuruz” deyince, Rasûlullah:

-“Allah’ın mükâfatı (gücü ve cenneti) daha geniştir." (Ahmed bin Hanbel, 3/437. Dârimî, F. Kur’ân/23 no: 3432)

Enes b. Mâlik (ra) Rasûlullah (sav) şöyle dediğini nakletti: “Her kim İhlâs Sûresini elli defa okursa, Allah onun elli yıllık günahını bağışlar!” (Dârimî, F. Kur’ân/23, no: 3441)

Ubeyy b. Kâ’b (ra) Allah Rasûlü’nün (sav) şöyle dediğini rivâyet etti: “Kim «Kul hüvellahu ehad» Sûresini okursa, Kur’ân’ın üçte birini okumuş gibi olur ve ona, Allâh’a şirk koşan ve Allâh’a îman edenlerin sayısı kadar on misli ecir (sevap, mükâfât) verilir.” (Tirmizî, S. Kur’ân/11 no: 2898. Nesâî, İftitah/69. İbn-i Mâce, Edeb/52)

A-Samimiyet (İhlas) Anlamıyla Nasihat

-Sözlükte nasihat

Nasihat kelimesi çok anlamlı bir kelime olup onu birkaç mana ile açıklamak zordur.[1]

‘Nasihat’, ‘ne-sa-ha’ kökünden türemiştir. Bu da sözlükte “bir şey saf, halis olmak, kötülük ve bozukluktan uzak bulunmak, iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek” demektir.

‘Ne-sa-ha’ fiilinde iki anlam öne çıkmaktadır: Birisi hâlis ve saf olmak, halis yapmak. “Nesahtü lehu’l-vüdde-On karşı sevgimi halis (saf) samimi yaptım” şeklinde söylenilir.

Diğeri de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek anlamı. Nitekim elbisenin dikişine ‘nesahatü's-sevb’ denilir.[2]

Bu iki anlam arasında bir ilişki kurularak kendisine nasihat edilen kimsenin hayrını ve iyiliğini yürekten istemek manasına ulaşılmıştır.

Aynı kökten gelen ve onun özne (fail) ismi olan ‘nâsih’ diken (dikici), nasihat eden, başkasının iyiliğini isteyen demektir.

‘Nasûh’ ise; bu fiilin ya ihlaslı olmak ve halis yapmak manasından, ya da muhkem (sağlam) kılmak anlamından gelir.[3]  İçinde aldatma duygusu olmayan, kalbi hâlis kimselere nâsih veya nasûh denmiştir. Nitekim Kur’an’da da içten, ihlaslı ve samimi olan tevbeye ‘tevbe-i nasûh’ denmiştir.

Hâlis ve temiz olan her şey için ‘ne-sa-ha’ fiili kullanılır. Dil bilgini Esmâî göre ‘nâsıh’ balın ve başka şeylerin hâlis oluşunu anlatır. ‘Nâsıhu’l-asel; balın halis, saf olması demektir.  

Yine aynı kökten gelen ‘nush’, bir kimsenin düzelmesini sağlayan sözü veya fiili araştırmak, bir şeyi saflaştırmak (yabancı maddelerden ayırmak), samimi olmak anlamlarına gelir.

Nush-nasihat, insanları iyiye ve güzele sevketmek için yapılan güzel konuşma, va’az, öğüt, tavsiye, ihtar ve ibret verici ders ifadeler demektir. Türkçe’ye de sadece bu anlamı geçmiştir.[4] [5]

-Kavram olarak nasihat

Terim olarak ‘nush-nasihat’, öğüt ve akıl verme, yol gösterme demektir. Başka bir deyişle ‘nush’;  kişinin arkadaşının faydasına olacak bir fiilde bulunmaya ya da söz söylemeye yönelmesi demektir. Ya da ameli bozan şeylerden onu arındırmaktır.

‘Ne-sa-ha’ kökünden gelen ‘nasîhat’ masdarı genel olarak; başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret mânalarında kullanılmaktadır.[6]

Kısaca ‘nasihat’ içinde iyilik bulunan şeye çağırma, içinde bozukluk bulunan şeyi de yasaklamadır.[7]

‘Nasihat’, nush ile benzer anlama gelmekle beraber, aynı zamanda iyi ve faydalı olana bir çağrı, kötü ve zararlı olandan arındırmaya bir teşviktir.

Nesaha’ fiilinin, arı-duru olma manası dikkate alındığında ‘nush’, iyi niyet ve temiz kalb ile muhatabın iyiliğini isteyerek eksiklikleri düzeltip ıslah etmek, öğüt vermek, vaaz ve nasihat etmek mânâsına gelir ki nasihat, o verilen öğüdün ismidir.[8]

Kaynaklarda nasihat daha umumi olarak kişinin inanç, ibadet ve her türlü iyiliklerdeki dürüstlük ve samimiyetini ifade edecek şekilde açıklanmaktadır. 

‘Öğüt verme, iyiligini isteme manasıyla ‘nasihat’, İslâmî davetin bir parçasıdır. İnsanları Allah’a ve O’na kulluk yapmaya davet edenler, bir anlamda onlara ‘nasihat’ ediyorlar demektir.

‘Nasihat’, insanları doğru yola, kişiye faydalı olan şeylere, zararlı olanlardan kaçınmaya, yaratıcı önünde samimi olmaya bir çağrı, samimimiyetle başkasının iyiliğini istemek, başkasının da niyetinin ve işlerinin arı-duru olmasına bir teşviktir.

-Nasûh tevbe

‘Nasûh’ ‘ne-sa-ha’ fiilinin mübalağali özne ismidir. (Sabûr-çok sabreden, şekûr-çok şükreden kalıbına benzer).

Nasûh; saf, hâlis, samimi, ihlaslı, sağlam dikiş demektir. Kur’an’da hâlis tevbenin bir sıfatı olarak kullanılmaktadır.

Şöyle ki:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿8﴾

Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar...” (Tahrim 66/8)

Nasûh, tevbenin doğrudan doğruya sıfatı olarak hâlis, ciddi, temiz bir tevbe veya insanın dinini ve ahlâkını çok iyi ıslah edecek te'sirli bir tevbe anlamındadır.

‘Nesaha’nın sağlam dikmek anlamını esas alacak olursak ‘nasûh’ kelimesinin içten ve gönülden yapılan samimi tevbelere sıfat olmasının sebebi, günahlarla yırtılan dinin tevbe ile yeniden dikilmesi kasdedildiği söylenebilir.[9]

‘Nasûh tevbe’; hâlis, katışıksız manası taşıdığı gibi, düzeltici ve onarıcı anlamına da gelir. Âyetteki ifade tevbenin tam manasıyla pişman olma ve pişman olduğu o işe bir daha dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir.[10]

‘Nush’, tevbe edenlerin sıfatıdır. Onlar tevbe ile nefislerini arı-duru yaparlar.  Şüphesiz ki nefsi arındırma, çirkin bir fiili çirkin olduğu için terketme, yaptığı yanlıştan pişmanlık duymadır. Aynı hataya sütün memeye dönmediği gibi dönmemeye azmetmektir.[11]

-Kur’an’da nasihat

Kur’ân’da nasihat kelimesinin kökü olan ‘ne-sa-ha’, on iki âyette önüç defa isim ve fiil şeklinde geçmektedir. Ancak ‘nasihat’ şeklinde Kur’an’da yer almamaktadır.

Hadislerde ise hem ‘ne-sa-ha’ fiili ve nasihat kelimesinin türevleri sıkça kullanılmıştır

Peygamberler, görevli olarak geldikleri toplumlara ‘nasihat’ etmişler, onları Allah’ın emrine davet etmişlerdir. 

Buradaki nasihatin, onların iyiliğini istemek, onları hayra teşvik etmek, onların günahlardan arındırıp samimi bir kalple Allah’a yönelmelerini istemek manasında kullanıldığı açıktır.

Kur’an peygamberlerin bu görevini anlatırken ya ‘ne-sa-ha’ fiilini, ya da “ben sizin için bir nasihat ediciyim (nâsih)” kalıbı kullanıyor.

Mesela Nûh (as) kavmine şöyle diyordu:

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿62﴾

“Size Rabbimin risaletini (peygamberliği) tebliğ ediyorum. (Ayrıca) size nasihat ediyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.” (A’raf 7/62)

Kendilerine ‘nasihat’ edip Hakka davet ettiği halde yüz çevirdikleri için cezalandırılan kavmine Şuayb (as) da benzeri şeyleri söylüyordu. (A’raf 7/93)

Sâlih’in (as) durumu da bundan farklı değildi. Allah (cc) Semûd kavmine onu peygamber olarak gönderdi. Onlar Sâlih’i dinlemedikleri gibi, ona ve onun davetine karşı kibirlendiler ve meydan okudular.

Bunun üzerine Salih (cc) onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi:

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ ﴿79﴾

“Ey kavmim, andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size nasihat ettim (nasahtu). Ama siz nasihat edenleri (nasihun) sevmiyorsunuz.” (A’raf 7/79)

Bazı insanlar kendi iyiliklerini isteyenleri bilmezler ve iyiliklerini takdir etmezler. Böyleri iyiliklere karşı nankörlük yapmayı marifet sayarlar.

Yine Hûd (as) azmış bir kavme kendi nasihatının fayda vermeyeceğini söylüyor.

وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ ﴿34﴾

Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek (insahu) istesem de, öğüdüm (nushî) size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz." (Hûd 11/34)

Bu âyette ‘ne-sa-ha’ hem fiil olarak, hem  de nush (nasihat) kelimesi kullanılıyor.

‘Nasih’ ‘nesuha’ fiilinin failidir (özne ismidir) ve nasihat eden, samimi olan anlmaındadır.

Hûd (as) da benzer şeyleri söylüyor ve kavmi için bir ‘guvenilir nasihatçı-öğüt verici’ olduğunu belirtiyordu. Burada da nesaha fiilinin özne ismi (fail) kullanılıyor. O kavmine şöyle diyordu:

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ ﴿68﴾

Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm (nâsih).” (A’raf 7/68)

Şu âyetlerde ‘nasihat’ın, birisinin iyiliğini istemek anlamına geldiği söylenebilir.

Birine öğüt ve akıl vermek, yol göstermek, yanlışına işaret etmek, doğru olana teşvik etmek, hatasını önlemeye çalışmak da onun hakkında iyilik ve hayr istemektir.

Yûsuf’un kardeşleri Yûsuf’u yanlarında götürmek isterlerken babalarına şöyle dediler:

قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ ﴿11﴾

... "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz (nâsihun).” (Yûsuf 12/11)

Burada ‘ne-sa-ha’ fiilinin özne ismi olan nâsih’in kullanıldığını görüyoruz. Bu da nasihat eden, iyiliğini isteyen, onun lehinde olumlu düşünen demektir.

Bu örneği bir de Musa (as) ile ilgili bir pasajda görüyoruz.

Musa’(as) kazara bir kiptînin ölümüne sebep olmuştu. Onun cezalandırılmak istenmesini duyan saraydaki iyi niyetli ve merhametli bir görevli durumu ona anlatıp buradan uzaklaşmasını öğütledi ve “şüphesiz ben senin için nâsihim (nasihatçıyım)” diye ekledi.

Buradaki nâsih’ın onun iyiliğini istemek manasında olduğu açıktır. (Kasas 28/20)

‘Nasihat’, bir âyette iyiliğini istemek anlamıyla birlikte bakımını üstlenmek, ilgilenmek, iyi davranmak anlamında kullanıldığı görülüyor.

Bebekken suya bırakılan ve bulunup Firavun sarayına getirilen Musa’nın (as) ablası yetkililere şöyle dedi:

وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ ﴿12﴾

... Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak (nâsihun) bir aile göstereyim mi? dedi.” (Kasas 28/12)

-Olumsuz anlamıyla nasihat

Yol gösterme, akıl verme, iyiliği isteme anlamındaki ‘nasihat’ bazen yanlışa, günaha, isyana yönelik olabilir.

Kendi yaptıklarını doğru zanneden, inandığı batıl’ı en doğru yol kabul eden, hatta Allah’ın emrine aykırı davranmayı iyilik sanan kötü niyetli niceleri, başkalarına bu anlamda ‘nasihat’ ederler, onları kendi yanlışlarına ve hatalarına davet ederler.

Nitekim şeytan Adem (as) ile eşini Cennet’teki yasak meyveden yeme konusunda kandırdı ve sonra da “ben sizin için bir nasihatçıyım-öğüt verenlerdenim” diye yemin etti. (A’raf 7/20-21)

-Samimi, ihlaslı olma anlamıyla nasihat

Özürlü, hasta veya savaş masraflarını karşılayacak maddî güçten yoksun olanları savaşa katılmaktan muaf tutan bir âyette bunların Allah ve Rasul’ü için nasihat faaliyetinde bulunmaları halinde sorumlu tutulmayacakları ifade edilmektedir.

لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ ﴿91﴾

“Zayıflar, hastalar, infak edecek bir şey bulamayan yoksul kimseler için, Allah’a ve Rasulüne karşı samimi oldukları sürece (iza nesehu) bir sorumluluk yoktur...”  (Tevbe 9/91)   

Allah’a ve Rasûlu’ne öğüt vermek söz konusu olmayacağına göre, bu âyette nasihat Türkçe’deki öğüt ve akıl verme anlamında değil, fiilin sözlük manasındaki samimi olma, iman sözüne sâdık kalma, ya da amellerinde, verdikleri sözde ihlaslı davranma manasında kullanıldığı söylenebilir.

Bu gibi müslümanların Allah yolunda infak etmekten muaf tutulmaları, Allah ve Rasûlü’ne sâdık kalmaları veya bu yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat fitne ve bozgunculuk etmeden yalan haberler yaymadan durmaları, imkan nisbetinden savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır.[12]

Şevkânî’ye göre bu âyet “Allah için nasihat etme” öncelikle   “Allah’ın kullarına nasihat etme” anlamına gelir. Bununla birlikte Allah’a iman edip O’nun dinine göre yaşama, Allah yolunda fiili savaşa katılanları destekleme ve müslümanların düşmanlarına hiçbir şekilde destek olmama gibi görevleri de içine alır. “Allah’ın Rasûlü için nasihat” de onun peygamberliğini ve getirdiği dinin hükümlerini tasdik edip bütün emir ve yasaklarına uyma, dostuna dost, düşmanına düşman olmadır.[13]

Bir şeyin nush bulması onun halis arı duru, aldatmadan/kandırmadan uzak olması demektir.

Bir kimsenin diğerine nush ile söz söylemesi (nasihat etmesi) ona samimi ve ihlaslı olarak söz söylemesi, onun iyiliğini istemesi demektir.

Eğer bu nush Allah’a ve Peygambere karşı söz konusu ise burada samimiyet ve ihlas kasdediliyor demektir. Bu noktada “Din nasihattır” hadisi hatırlanmalıdır.

-Din nasihattır (en-dinu’n-nasiha)

Nasihat kelimesinin muhteva zenginliğini bir hadiste buluyoruz. 

Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed-Dârî’nin (ra) naklettiğine göre Rasulüllah (sav):

-“Din nasihattır” buyurdu. (Ebû Dâvûd’un ve Nesai’nin bir rivâyetinde bunu üç defa tekrar etti deniliyor) Kendisine soruldu:

–Kimin için nasihattır? dedik. Bunun üzerine:

-“Allah için, Kitabı için, Elçisi için, mü’minlerin yöneticileri için ve tüm müslümanlar için nasihattır” buyurdu. (Müslim, Îmân/23(95-55) no: 196. Ebû Dâvûd, Edeb/59 no: 4944. Tirmizî bunu Ebu Hureyre’den Hasen sahih kaydıyla rivâyet etti: Bkz: Birr/17 no: 1926. Nesâî, Bey’at/31 no: 4202-4203. Nesâî bunu bir de Ebu Hureyre’den nakletti. Bkz: Biat/31 no: 4204-4205)

Cerir b. Abdullah dedi ki: ”Ben Allah’ın Rasûlü’ne namazı kılmak, zekât vermek ve bütün müslümanlara karşı samimi olmak şartıyla biat ettim”. (Müslim, İman/97(23-56) no: 199. Buhârî, Îmân/42 no: 57-58, Mevâkıt/3 no: 524, Zekât/2 no: 1401, Şurût/1 no: 2715 Ahkâm/43 no: 7204. Tirmizî, Birr/17 no: 1925)

Cerir b. Abdullah dedi ki: “Ben, Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in O’nun O’nun elçisi olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekat vermek, dinlemek ve itaat etmek, her müslümana nasihat etmek (samimi olmak) üzere biat ettim.” (Buhârî, Büyû’/68 no: 2157)

Cerir b. Abdullah dedi ki: “Ben Rasulüllah’a biat ettim. Bana her müslümana karşı samimi olmayı şart koştu.” (Buhârî, Şurût/1 no: 2714)

Ne var ki hadiste dinin kendisi ile tanımlandığı ‘nasihat’ kavramının anlam kaymasına uğraması veya anlam çerçevesi içinde bulunan unsurlardan sadece bir tanesinin öne çıkarılması ve bu şekliyle dilimize çevrilmesi hem dinin dörtte birine denk olduğu kabul edilen bu hadisin yanlış anlaşılmasına yol açmıştır.[14]

Bazı rivâyetlere göre Peygamber (sav) bunun önemini vurgulamak için üç defa tekrar ederek; “Din nasihattır” dedi. Sahabeler; “Kime (yahut kim için) diye sordular. O da “Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, müslümanların (meşru) idarecilerine ve bütün müslümanlara” dedi.”[15]

Ebû Hâtim el-Büstî, “Din nasihattir” hadisini zikrettikten sonra, Peygamber’in (sav) müslümanlarla biatlaşırken namaz kılıp zekât vermeleri yanında diğer müslümanlara karşı dürüst ve samimi davranmaları hususunda onlardan söz aldığına[16] dikkat çekmiş, herkesin insanlara iyi niyetle yaklaşmasının bir görev olduğunu belirtmiş ve bu anlamda nasihati bir dostluk şartı olarak değerlendirmiştir.”[17]

Cerir b. Abdillah şöyle demiştir: “Rasûllah’a vardım ve sana İslâm üzere biat etmeye geldim dedim. O da benim ellerimi tuttu ve her müslüman için nasihat sözü aldı. Ve sonra her kim insanlara merhamet etmezse Allah da ona merhamet etmez dedi.”[18]

Peygamber’in (sav) Cerir’den aldığı söz Müslümanlara öğüt verme sözü değil, saflarına katıldığı Müslümanlara karşı samimi olup, ikiyüzlü bir nifak içinde olmama sözüdür.

Bir hadiste müslümanın müslüman üzerinde hakları sayılırken bunların arasında gıyabında ona karşı samimiyeti elden bırakmamak olduğu söyleniyor.[19]

Ebu Umame’nin rivâyet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Bir mümin için takvadan sonra, saliha bir eş kadar hayırlı ve yararlı bir şey olamaz; emrettiğinde itaat eder, yüzüne baktığında sevinç duyar, üzerine yemin içtiğinde yeminini boşa çıkarmaz ve onun gıyabında gerek nefsi ve gerekse malı konusunda samimiyeti ve bağlılığı devam eder.”[20] 

Ma’kil b. Yesar şu hadisi naklediyor: “Allah herhangi bir kulunu bir topluma idareci yapar da o idareci halkını samimiyetle kuşatmazsa cennetin kokusunu bile duyamayacaktır.”[21]

Buna benzer pek çok hadiste nasihat/nush samimiyet, ihlaslı olmak, bağlılık ve sadakat gibi manalarda kullanılıyor. Bu hadislerde nasihat/nush kelimesinin doğrudan öğüt ve tavsiye ile bir ilgisi yoktur.[22]

İslâm bilginleri bu hadisteki ‘nasihat’ın şu anlamlara gelebileceğini söylemişlerdir:

1-Allah için nasihat:

O’na inanmak (dini ona halis kılmak), O’na şirk koşmamak, bütün üstün (kemâl) sıfatların O’na ait olduğunu kabul etmek, noksan sıfatlardan O’nu tenzih/tesbih etmek, O’na her konuda itaat etmek, O’nun nimetlerine şükretmek, şehâdet sözüne sâdık olmak, imanda ve ibadette ihlaslı ve samimi olmak.

2-Rasûlüllah için nasihat:

O’nun peygamberliğini doğrulamak, getirdiği şeylere iman etmek, ona sadâkatle bağlı olmak, emir ve yasaklarına uymak, Sünnetini izlemek, O’nun davetini yaymak, onun ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün bu konularda samimi olmak.

3-Kitab için nasihat:

Onun ilâhî kitap olduğunu kabul etmek, ona yaklaşımda samimi olmak, onu anlayarak okumak, hükümleriyle amel etmek, onu başkalarına ulaştırmak, insanları onun ahlâkına davet etmek.

4-Müslüman yöneticiler için nasihat:

Onlara karşı gelmemek, hak olan işlerde onlara yardım etmek, yanlışlarını güzel bir yolla düzeltmeye çalışmak.

5-Müslümanlar için nasihat: Din ve dünya işlerinde onlara yol göstermek, onların hakkını korumak, ayıplarını örtmek, yardımda bulunmak, onlara karşı dürüst ve samimi olmaktır.

Ebu Süleyman el-Hattabî demiştir ki: “Âyet ve hadislerde geçen nasihat, kendisi için yapılan ve samimiyet gösterilen kimse için hayır düşünüldüğünü ifade eden bir kelimedir. Nasihata tek bir mana vermek, doğru ve mümkün değildir.”[23]   

[1] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Mektbetu’l-Hilâl, Beyrut thr. 2/268-269. Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, Şubat 2014, Sayı 278

[2] Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), Azim Dağ.İstanbul thr. 8/164

[3] Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 753

[4] Çağrıcı M. TDV İslam Ansiklopedisi, 32/408

[5] Şair Ziya Paşa 'nush'u bir şiirinde şöyle kullanıyor:Nush ile yola gelemeyeni etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir

[6] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, Dâru ve Mektebetü’l-Hilâl, Beyrut thr. 14/268. Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 32/408

[7] Cürcânî, M. ibnu Ali. et-Ta’rifât, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1421-2000, s: 237

[8] Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili, Azim Dağ. İstanbul thr. 8/164

[9] Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, şubat 2014, sayı 278

[10] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2004, 5/335

[11] Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütüb’il-Ilmiyye Beyrut 1426-2005, 12/158-159. Zamahşerî, Ö. ibnu Muhammed, el-Keşşaf, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 1415-1995, 4/556

[12] Heyet Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2004, 3/75

[13] Şevkânî, Ali Ibnu M. Fethu’l-Kadîr, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad 1422-2001, s: 697

[14] Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, şubat 2014, sayı 278

[15] Müslim, İman/95 no: 55. Ebu Dâvûd, Edeb/67 no: 4944. Darimî, Rikak/41 no: 2757. Buharî, İman/43. Nesâî, Bey’at/31

[16] Buhârî, Îmân/42 no: 57-58. Müslim, Îmân/97, 99 no: 199, 201

[17] Çağrıcı M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 32/408-409

[18] A. ibnu Hanbel, Müsned, 4/358. Bir benzeri: A. ibnu Hanbel, Müsned/IV, 360, 364, 365

[19] A. ibnu Hanbel, Müsned, 1/89. 2/32. Nesaî, Cenaiz/52 no: 1940

[20] İbn Mâce, Nikah/596 no: 1857

[21] Buhârî, Ahkam/8 no: 7150

[22] Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, Şubat 2014, sayı 278

[23] Abdulhalık, A. Hucciyyetü’s Sünne, Şûle Yay. İsyanbul 1996, s: 71-72