Kur'an'da yolu anlatan kelimelerden sırat, Kur'an'daki kullanışları ve Sırat Köprüsü hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

27 Eylûl 2022 – 01 Rebiu’l-evvel 1444

Zaandam

58. Ders

SIRAT-I MÜSTAKÎM, SIRAT KÖPRÜSÜ 2

*“Allah (cc) dilediğini sırat-ı müstakîme iletir” (Bekara 2/142, 213. En‘âm 6/39. Nûr 24/46)

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿25﴾

“Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus 10/25),

Ama bunun şartı var: Allah’ın rızasını istemek...

يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿16﴾

“Allah, rızasını gözetenleri onunla, selâmet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola (sırat-ı müstakîm’e) iletir.” (Mâide 5/16)

Dahası;

   َكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ ﴿101﴾

“... Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, şüphesiz o sırat-ı müstakîme hidâyet ettirilir.” (Âli İmran 3/101)

 Bu, “Allah dilediğine hidâyet verir” ilâhi buyruğuna benziyor.

Allah herkese hidâyete gelme yeteneği verir.

Paygember, kitap gönderdikten ve akıl verdikten sonra; Allah hidâyeti dileyene hidâyeti diler. Yani önünü açar, kabul eder, niyetine ve ameline göre karşılık verir. Hidâyetin sonuçlarını ve güzelliklerini ödül olarak lutfeder.

Demek ki sırat-ı müstakîme girmek kişinin kendi tercihidir. Bir kimsa bâtıl yolları özgür iradedesiyle seçerse Allah ona, onun isteği dışında hidâyet vermez.

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿39﴾

"Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah, kimi dilerse onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar." (En'âm 6/39)

Bazıları kendilerine verilen öğüdü yerine getirseler; hem onlar için hayırlı olurdu, hem de “... onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik.” (Nisâ 4/67-68)

Bu âyette müstakîm (doğru) yol, sapıklığın zıddı ve ilâhî bir lütuf olarak geçiyor. (Zemâhşerî, el-Keşşâf, 2/66)

*İşte sırat-ı müstakîm Allah’ın gösterdiği doğru yoldur:

“Ey Âdemoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır,

Bana kulluk edin, bu doğru yoldur (sırat-ı müstakîm’dir), diye bildirmedim mi?” (Yâsîn 36/60-61)

اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ﴿51﴾

"Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin, doğru yol (sırat-ı müstakîm) budur." (Âli İmrân 3/51)

Bu hem Hz. Muhammed’in (sav), hem de diğer peygamberlerin ortak beyanıdır. Bütün peygamberler kavimlerini yalnızca Allah'a kulluk etmeye davet ettiler.

Burada bu davet edilen şeyin aynı zamanda sırat-ı müstakîm olduğu vurgulanıyor. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/176)

*Allah bazılarını sırat-ı müstakîm’e iletti

Allah (cc) İsmail, Elyesa’, Yûnus ve Lût’u (as) âlemlerden üstün kıldı, bazılarının babalarına ve çocuklarına bazı meziyetler verdi ve onları seçkin kılarak sırat-ı müstakîm’e iletti. (En’am 6/87)

İbrahim’i (as) (Nahl 16/121), Musa ve Hârun’u (as) da sırat-ı müstakîme hidâyet ettirdi.

Son Elçi’yi de:

  قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿161﴾

“De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (En’am 6/161)

Allah (cc) iman edenleri de sırat-ı müstakîme iletir. Zira onlar bunu her gün defalarca gönülden isterler, dahası onlar sırat-ı müstakîm’de kalmaya söz verirler.

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿54﴾

“Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar.

Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir.” (Hacc 22/54)

*Hûd (as) Allah’ın (cc) sırat-ı müstekîm’de olduğunu söylüyor.

O (as) “tanrılarımız seni çarptı” diyen kavmine şöyle dedi: 

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿56

“İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” (Hûd 11/56)  

“Allah’ın var olan her şeyi mutlak doğru ve mutlak âdil bir düzen içinde hükmü altında tuttuğunu, çekip çevirdiğini bilen, kötülük yapanın, yapıp-ettiklerinin bu dünyada ya da öte dünyada (insan hayatı, bir bütün olarak ancak bu iki safhanın bir bileşimi olarak düşünülebileceğine göre) cezasız, iyiliğin de mükâfatsız kalmasına asla izin vermeyeceğini dile getiren bir ifade.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/436)

*Rasûlüllah (sav) da sırat-ı müstakîm üzeredir.

 يٰسٓۜ ﴿1﴾ وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ ﴿2﴾ اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿3﴾ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ ﴿4﴾

Yâsîn, (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzeresin. (Peygamber) olarak gönderilenlerdensin.” (Yâsîn 36/1-4)

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿43﴾

“Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.” (Zuhruf 43/43)

Allah (cc) Rasulüllah’a apaçık bir fetih verdi. Onun geçmiş gelecek günahlarını affetmek, ona olan nimetini tamamlamak ve onu sırat-ı müstakîm’e iletmek için... (Fetih 48/1-3)

*Son Elçi, kendisi doğru yolda olduğu gibi kavmini, insanları, ümmetini de bu doğru yola davet etti, ediyor.

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ ﴿72﴾ وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿73﴾

Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.” (Mü’minûn 23/72-73)

Şu âyeti tekrar hatırlayalım:

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ ﴿52﴾ صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ ﴿53﴾

“... Şüphesiz ki sen doğru bir yola (sırat-ı müstakîm’e) iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna... İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Şûrâ 42/52-53)

*İsa (as) da kavmini sırat-ı müstekîm’e davet etmişti.

وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ ﴿50﴾ اِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ﴿51﴾

"Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmekle beraber size yasak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden size bir âyet getirdim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin; çünkü Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.

O'na kulluk edin, bu doğru yoldur." (Âl-i İmrân 3/51. Meryem 19/36. Zuhruf 43/61, 64)

*Kur’an da şeytanın engel olma istemesine (A’raf 7/16) rağmen insanları sırat-ı müstakîm’e iletir. (Mâide 5/16. Sebe 34/6)

Nasıl?

Allah’ın ipine sımsıkı sarılma (Âl-i İmrân 3/103),

İmandan sonra Allah’a sımsıkı sarılma (Nisâ 4/175),

O’na kulluk etme (Âl-i İmrân 3/51. Meryem 19/36. Yâsîn 36/61. Zuhruf 43/64)

ve Rasûlüllah’a uyma (Zuhruf 43/61) kişiyi sırât-ı müstakîm’e iletir ve o yol üzere olması sağlar.

Allah (cc) kendi yolunda fiili savaş verenlere hem ganimet nasip eder, hem de onları sırat-ı müstekîm’e hidâyet eder. (Fetih 48/20)

*Adâletli olmak aynı zamanda sırat-ı müstekîm’de olmaktır.

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ ﴿76﴾

“Allah, (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adâletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl 16/76)

*Sırat-ı müstakîm Allah’a varır.

Şeytana hitaben şöyle deniyor:

قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ ﴿41﴾ اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ ﴿42

“Allah, “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur.

Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur” dedi.” (Hıcr 15/41-42)

*Allah’ın kör ettiği kimseler sırat-ı müstakîm’i bulamazlar.

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ ﴿66﴾

 Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) doğru yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?!” (Yâsîn 36/66)

 *Kim menzile varır?

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِبًّا عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِيًّا عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿22﴾

“Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü kapanarak yürüyen mi (varılacak) yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?” (Mülk 67/22)

*Sırat-ı müstakîm bir âyette senin yolun şeklinde,

Şeytan dedi ki:

قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿16﴾

“(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” (A’raf 7/16)

*İki âyette benim yolum şeklinde,

 ...  وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ

 "İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun...” (En’am 6/153. Hıcr 15/41)

*Bir âyette Rabbinin yolu şeklinde,

وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿126﴾

 “Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.” (En’am 6/126)

*Sırat Allah’ın yoludur

Mü’minûn 23/73. âyetinde, Peygamberin insanları en doğru yol olan ‘Sırat-ı müstakîm’e çağırdığı söylendikten sonra, âhirete inanmayanların ‘sırat’tan (doğru yoldan) saptıkları belirtiliyor.

Burada tek kelime olarak kullanılan ‘sırat’ şüphesiz ki Allah’ın dini olan İslâma inanmayı ifade etmektedir.

-Sırat-ı seviyy

‘Seviyy’, sözlükte; düzgünlük, normallik, beraberlik, adalet ve insaf gibi anlamlara gelir.

Kur’an’da olumlu bir manada  kullanılır ve mükemmelliği, kusursuzluğu ifade eder.

Şu âyeti tekrar hatırlayalım:

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِبًّا عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِيًّا عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿22﴾

 “Şu halde yüzükoyun yürüyen mi daha çok hidâyete erer, yoksa ‘seviyy’-dosdoğru olan sırat-ı müstakîmde giden mi?” (Mülk 67/22)

‘Seviyy’, bir âyette de ‘düzgün, doğru, rüşd sahibi’ bir kişinin sıfatı olarak geçmektedir. (Meryem 19/17)

Kur’anî bir kavram olarak ‘seviyy’; dosdoğru, isteklerin en yücesine kavuşturan, insanı alçaltan sapıklıklardan uzaklaştıran, üzerinde eğrilik bulunmayan dümdüz yolun sıfatıdır.

Bu yol şüphesiz ki Allah’ın yoludur. Allah’ın yolu her türlü ‘ıvec’ten uzaktır. Ivec, eğri büğrü, çukur, tümsek, virajlı, gidilmesi zor yollara verilen addır.

Allah’ın doğru yolu böyle değildir. O’nun yolu seviyy’dir. Yani dümdüzdür, eğriliği yoktur, çakır-çukur değildir, üzerinde yürümek kolaydır ve aynı zamanda emniyetlidir.

İlâhî yolun sahibi Allah, kendi yolunu ‘sırat-ı müstakim veya sıratı’s seviyy’ olarak tanımlıyor.

Bu kelime iki âyette sıratı niteliyor.

 قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى ﴿135﴾

“De ki: "Herkes gözlemektedir, siz de gözleyin. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolda (sırat-ı seviyy’de) bulunduğunu bileceksiniz." (Tâhâ 20/135)

يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا ﴿43﴾ يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِيًّا ﴿44﴾

“(İbrahim dedi ki) Babacığım, gerçek şu ki, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Artık bana uy, seni seviyy (düzgün) bir yola ileteyim.

Babacığım, şeytana itaat etme. Şüphesiz ki şeytan Rabbine âsi oldu.” (Meryem 18/43-44)

-Müstakîm Yolun Özellikleri

Ümmet, "sırat-ı müstakîm"i, Allah yolu olarak anladı.

‘Sırat’, düz ve doğru olmasına rağmen bazen inişli ve çıkışlı da olabilir. Bu bakımdan Kur’an, Allah’ın yolunun her türlü eğrilik, yanlışlık ve bozukluktan uzak olduğunu belirtmek için ‘müstekîm’ ve ‘seviyy’ sıfatlarını kullanmaktadır.

Allah’ın hükümlerini “ikâme eden-yerine getiren”, dosdoğru, içinde yanlış olmayan, koyduğu hükümler adâletli, ilâhî kitabın gösterdiği, mü’minlerin üzerinde yürüdükleri yol “müstakîm olan sırat”tır.

Allah (cc) yolundan sapıp başkalarını da o yolda gitmekten alıkoymak isteyenler o yolu eğri-büğrü göstermeye çalışırlar. 

En‘âm 6/151-153. âyetlerinde Allah’a ortak koşmamak, ana babaya iyilik etmek, evlâtların canına kıymamak, kötülük ve iffetsizlikten uzak durmak, hayata saygılı olmak, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve tartıda dürüst olmak, doğru konuşmak, Allah’a verilen ahde vefa göstermek şeklindeki başlıca dinî ve ahlâkî ödevler sıralandıktan sonra;

bunun Allah’ın dosdoğru yolu (sıratı-müstakîm) olduğu, başka yollara sapmadan bu yolda yürümek gerektiği bildirilmektedir.

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿99﴾

"De ki: Ey Ehl-i kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir." (Âl-i İmran 3/99) diyen Rabbimiz, kendi yolunun en doğru, en düzgün ve hedefe en iyi götürecek bir yol olduğunu haber veriyor.

‘Sırat-ı müstakîm’, Allah’ın yolu, hak yol, dosdoğru yol, Allah’ın Kitabı, iman ve imana bağlı olan şeyler, İslâm ve İslâm şeriati, Peygamberimizin tebliğ ettiği yol, Cennete götüren yol, kısacası İslâm ümmetinin yolu diye tefsir edilmiştir. (Elmalılı H. Yazır. Hak Dini Kur'ân Dili, 1/123)

Bu terkip ile, büyük, düz, işlek, dosdoğru, güvenli ve insanı en güzel hedefe götürecek manevi bir yolu aklımıza getirebiliriz.

Bu yol, insanları kurtuluşa götürecek, açık, kapsamlı hak yolu; Allah’ın koyduğu hak kanunu hatırlatır.

Bu yol, diğer bütün yolların aksine, insanın yaratılışına uygun, tam ve dosdoğru bir yoldur.

İlkeleri, hükümleri Allah tarafından ‘ikâme edilmiştir-konulmuştur’. Bozulmaz, pörsümez, hükmü geçmez. Çağlara, mekanlara, toplumlara göre şekil almaz...

Kim bu yola girerse hem kurtuluşa doğru gider, hem de insan olarak yaratılışına uygun bir hayatı gerçekleştirir.

Rasûlullah’ın teheccüd namazına başlarken yaptığı duada Allah’a, “Sen dilediğini sırât-ı müstakîme erdirirsin” derdi. (Müslim, Müsâfirîn/200).

Ayrıca Rasulüllah’ın sırât-ı müstakîmi Kur’an (Tirmizî, Feżâʾilü’l-Ḳurʾân/14) ve İslâm (Ahmed b. Hanbel, 5/182) olarak yorumlamış.

Rasûlüllah (sav) bir gün toprak üstünde bazı hatlar çizerek sırât-ı müstakîmi açıklamıştı. Bu şekille açıklama yöntemiyle sırât-ı müstakîmin diğer peygamberlerin yollarıyla aynı olduğunu, Allah’a götürdüğünü belirtmiş, ancak kendi yolunu diğerlerinden ayırmak amacıyla, “İşte benim doğru yolum” demiştir. (İbni Mâce, Mukaddime/1)

Abdest alırken ayağı yıkarken “Allahümme sebbit kademey alâ sırâtıke’l-müstekîm-Ey Allah’ım iki ayağımı da doğru yolunda sabit tut” duası tavsiye edilmiş.

Bu kadar âyetten ve hadislerden anlaşılıyor ki her ne kadar âhirette sırat köprüsü olsa da, kasdedilen bu dünyadaki yollardır. Bu yollar arasında Rabbimizin sırat-ı müstakîm, sırat-ı seviyy dediği doğru yoldur.

Önemli olan Allah’tan bu yola hidâyet etmesini istedikten sonra hayat boyu bu yolda olmaktır.

Bu dünyada sırat-ı müstakîm’de olmayanlar, âhirette “sırat köprüsü”nden geçip Cennete gidemezler...

O zaman soralım: “Sırat köprüsü” diye bir şey var mı?

 

-Sırat köprüsü

Kur’an’da böyle bir tabir yok. Ama hadislerde, hem de sahih hadislerde “Sırat Köprüsü” ifadesi var. 

Akaid ve kelâm kitaplarında sırat; cehennem üzerine kurulmuş olup, müminlerin rahatlıkla geçebileceği, kâfirlerin ise üzerinden cehenneme düşeceği köprü” diye açıklanır. (Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-dîn, Mâtürîdiyye Akaidi, s. 92)

İslâm âlimleri, bazı âyetlerin işareti ve çok sayıda hadis rivâyetine dayanarak sırat köprüsünün varlığını ittifaka yakın bir çoğunlukla kabul etmiştir.

Hadislerde “cehennemin üzerine kurulmuş köprü” manasında sıratın yanı sıra “cisr” ve “kantara” kelimeleri de geçmektedir.

İlgili hadislerden anlaşıldığı üzere herkes sözü edilen köprüden geçecektir. İman ve sâlih amel derecesine göre sırattan göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde veya şimşek, rüzgâr, kuş uçuşu yahut yürük at hızıyla geçilebileceği gibi köprünün kancalarına, dikenlerine takılıp cehenneme düşecekler de olacaktır.

Sırat köprüsüyle ilgili kendilerinden en çok rivâyet nakledilen sahâbîler Ebû Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî’dir.

Buhârî “Sırat Cehennemin Köprüsüdür” başlığında, ru’yetullah ile ilgili uzun bir hadisin bir bölümünde şöyle nakletmiş:

Ebû Hureyre Rasûlüllah’ın şöyle dediğini nakletti: “...Ve cehennemin köprüsü (cisr) kurulur. (Bazı rivâyetlerde: ‘Ya Rasûlallah, cisr (köprü) nedir? diye sorulunca, buyurdu ki; ‘Kaypak ve kaygan bir yoldur” ilâvesi var)

O gün peygamberlerden başka hiç kimse konuşmaz. Ben (üzerinden) geçenlerin ilki olurum. O gün peygamberlerin duası şudur: “Allahım! Selâmet ver, selâmet ver!”

Onda Se‘dân dikeni gibi çengeller/kancalar vardır. Se‘dân dikenini gördünüz mü? (Onlar, ‘Evet, ya Rasûlellah!’ dediler.) İşte onlar, kuşkusuz Se‘dân dikeni gibidirler. Ancak büyüklüklerini sadece Allah (st) bilir.

İnsanları amelleriyle kapıverirler. Onlardan ameli sebebiyle helâk edilen de vardır. Yaralanıp sonra kurtulan da vardır...” (Buhârî, Ez’an/129 no: 806, Biraz farklı: Rikâk/52 no: 6573)

 “…Sonra köprü (cisr) getirilir ve cehennemin iki sırtı arasında kurulur. Biz, “Ya Resûlellah! Cisr nedir?” dedik.

O şöyle tarif etti: “Kaygan, ayakların kayabileceği bir yerdir. Üzerinde kancalar, çengeller, Necid’de bulunan ve Se‘dân denilen olta gibi eğri dikenleri olan enli kılçıklar vardır.

Mü’min onun üzerinde göz kırpması gibi, şimşek gibi, rüzgâr gibi, atların ve bineklerin asilleri gibidir. Sağ sâlim kurtulan, tırmalanıp kurtulan ve cehennem ateşine yüzü koyun itilen vardır. Ta ki sonuncuları sürüklenerek geçer…” (Buhârî, Tevhid/24 no: 7437)

Müslim’deki rivâyette ilgili kısmın son cümlesi şöyledir: “Onlardan ameli sebebiyle geri kalıp helâk edilen (el-mûbak) veya ameli sebebiyle bağlı tutulan (el-mûsak) da vardır. Yaralanıp veya cezalandırılıp sonra açılan da/çözülen de vardır.” (Müslim, İman/81-182(299) no: 451)

Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle dedi:

“İnsanlar cehennemin köprüsü (cisr) üzerine arz edilir. Üzerinde insanları kapıveren dikenler, çengeller ve kancalar vardır.

Kimi insanlar (üzerinden) şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri koşturulan at gibi, kimileri koşarak, kimileri yürüyerek, kimileri emekleyerek, kimileri de sürünerek geçerler…” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/25)

Huzeyfe ve Ebû Hüreyre (ra)dan rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:

“Şanı yüce ve üstün olan Allah, insanları bir araya toplar. Mü’minler ayağa kalkarlar ve Cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem’e (as) gelirler ve derler ki:

- Ey babamız! Bize Cennetin açılmasını iste! Âdem der ki:

-Sizi cennetten çıkaran, babanızın hatasından başka ne ki? Ben bu işin ehli değilim. Siz, Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim’e gidiniz. Bunun üzerine İbrahim’e giderler, o da:

-Ben bu işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan halîl idim. Siz, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuştuğu Mûsâ’ya gidiniz der. Onlar Mûsâ’ya giderler. Mûsâ kendilerine:

-Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah’ın kelimesi ve ruhu olan İsâ’ya gidiniz, der. İsâ’ya geldiklerinde:

-Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık verir. Bunun üzerine onlar, Muhammed’e (sav) giderler. O da hemen ayağa kalkar ve kendisine şefâat için izin verilir. Emânet ve rahim (akrabalık bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Sizin ilk kafileniz şimşek gibi geçer. Ben:,

– Annem babam feda olsun, şimşek gibi geçmek nedir? dedim. Resûlullah (sav):

–“Şimşeği görmediniz mi? Göz açıp yumacak kadar bir zamanda geçip gidiverir!” buyurdu. Sonrakiler rüzgâr gibi, kuş gibi, koşucular gibi geçerler. Onları amelleri böyle süratli geçirir. Peygamberiniz sırat üzerinde durup şöyle der:

–“Ey Rabbim! Selâmete çıkar, selâmete çıkar.”

Neticede, kulların amelleri kendilerini sırattan geçirmede âciz kalır. O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir adam oturağı üzerinde sürünerek gelir.

Sıratın iki tarafında emrolunduklarını yakalamakla memur asılı çengeller vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da Cehenneme yuvarlanır.”

“Ebû Hüreyre’nin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derinliktedir” demiş. (Müslim, Îmân/84-195(329) no: 482)

Ebû Said el-Hudrî şöyle nakletti: Rasûlüllah buyurdu ki:

“Mü’minler Cehennemden kurtulurlar ve Cennet ile Cehennem arasında bulunan bir köprünün (kantareh-sıra kemerli köprü) üzerinde bekletilirler.

Burada dünyada iken birbirlerine karşı işlemiş oldukları haksızlıkların kısas uygulaması yapılır. Burada tümü te’dip edilip arındırıldıktan sonra Cennete girmelerine izin verilir.

Muhammedin canı elinde olana yemin ederim ki, onlardan biri Cenneteki evini dünyadaki evini bulduğundan daha kolay bir şekilde bulabilecektir.” (Buhârî, Rikâk/48 no: 6535, Mezâlim/1 no: 2440) 

Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle dedi (uzun bir rivâyetin içinde): “…Ardından Müslümanlar ayağa kalkar ve sırat konulur. Üzerinden asîl atlar ve binekler gibi geçerler. Üzerinde onların sözü, ‘Selâmet ver, selâmet ver!’dir…” (Tirmizî, Cennet/20 no: 2557 Hasen sahih kaydıyla. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, 2/368)

Abdullah b. Mes‘ûd’dan rivâyet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (sav) Cennet’e son olarak girecek kişiden bahsederken şöyle dedi:

“Muhakkak Cennet’e son olarak girecek kişi sırat üzerinde yürüyen bir adamdır ki; bir seferinde (yoldan) sapar, bir seferinde (yolda) yürür, diğer bir seferinde de ateş ona çarpar…” (Ahmed b. Hanbel, 1/392) 

Ebû Esmâ kanalıyla nakledilen bir rivâyete göre Ebû Esmâ, Rebeze’de iken Ebû Zer’in yanına girdi. Beraberinde siyâhî bakımsız bir kadın vardı. O şöyle dedi: “Şu siyahcığın bana emrettiğine bakmaz mısınız? Bana Irak’a gitmemi emrediyor. Irak’a gittiğim zaman dünyalarıyla üzerime gelirler. Halbuki Dostum (sav) bana şunu söyledi:

“Muhakkak cehennemim köprüsünün (cisr) önünde/üzerinde ayakları kaydıran kaygan bir yol vardır. Kuşkusuz yüklerimizde hafiflik olduğu hâlde onun üzerine gelmemiz, ağır yüklerle yüklü olarak gelmemizden kurtulmamıza daha elverişlidir.” (Ahmed b. Hanbel, 5/159)

Muğire b. Şu’be Rasûlüllah’ın şöyle dediğini nakletti: “Rasûlüllah (sav) şöyle dedi: “Mü’minlerin sırat üzerindeki sözleri (şiarı): “Ey Allah’ım kurtar! Kurtar!” olacaktır.” (Tirmizî, S. Kıyâme/9 no: 2432. Hasen kaydıyla) Aslında zayıf, ama diğerleriyle sıratı desteklediği için hasen li-ğayrihi sayılabilir)

Mücâhid b. Cebr’den şöyle rivâyet edildi: “Abdullah b. Abbas;

“Cehennemin ne kadar geniş olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben “hayır” dedim. Bunun üzerine şöyle dedi:

“Evet vallahi bilmezsin. Bana Aişe’nin (r.anhâ) bildirdiğine göre kendisi Rasûlüllah’tan yüce Allah’ın;

 وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿67﴾

“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Bütün yeryüzü kıyâmette  O’nun avucundadır. Gökler O’nun kudreti ile dürülmüş olacaktır...” (Zümer 39/67) sözü ile ilgili soru sormuş. Aişe bana şöyle dedi:

“Ben Rasûlüllah’a; “Ey Allah’ın Elçisi! O gün insanlar nerede olacaklardır? diye sordum. O da; “Cehemnnem köprüsünün (cisr) üzerinde” dedi. (Tirmizî, Tefsir-Zümer/39 no: 3241. Hasen garib sahih kaydıyla)

Müslim’deki rivâyet şöyle: “Aişe (r.anhâ) dedi ki: Rasûlüllah’a (sav) Allah’ın şu sözüyle;

 يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿48﴾

 O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hâkim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar” (İbrahim 14/48) âyetiyle ilgili, Ey Allah’ın Rasûlü, o gün (kıyâmette) insanlar nerede olacaklar?“ diye sordum. “Sırat üzerinde” dedi.” (Müslim, Sıfâtü’l-münâfikîn/3(29) 2791 no: 7056)

Ebû Bekre’den Rasûlüllah şöyle dediği rivayet edildi:

“İnsanlar kıyâmet günü Sırat’ın üzerine konulurlar. Kelebeklerin ateşe dökülmeleri gibi, sıratın iki yanı onları Cehenneme döker. Allah (cc) rahmeti ile dilediğini kurtarır.

Daha sonra meleklere, peygamberlere ve şehidlere şefâat etmeleri için izin verilir. Onlar da şefâatte bulunarak (Cehenneme düşmüş olanlardan bazılarını) oradan çıkarırlar.” (Ahmed b. Hanbel, 5/43. Mecmau’z-Zevâid, 10/359. Sahih kaydıyla...) 

Öncelikle Saîd b. Zeyd’den ötürü rivâyetin sened itibarıyla zayıf, şu âyetlere de zıd olduğunu söylemek mümkün.

اَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِۜ اَفَاَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِۚ ﴿19﴾

“Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi kurtaracaksın?” (Zümer 39/19)

قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿9﴾

“De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf 46/9)

Rasûlüllah’ın (s.a.v.) azatlı kölesi Sevbân şöyle anlatmış (uzun bir hadisin içinde): “...Yahûdî bir âlim Peygamber’e; “Yer başka bir yere ve gökler (başka göklere) dönüştürüldüğü günde insanlar nerede olacaklar?” diye sordu. Rasûlüllah;

“Onlar, köprünün (cisr) üstündeki/önündeki karanlıkta (zulmet) olacaklar” diye cevap verdi. O, ‘İnsanların (köprüden) ilk geçenleri kim olacak?’ diye sordu. Rasûlüllah;

“Muhâcirlerin fakirleri” diye cevap verdi…” (Müslim, Hayız/8(34) 315 no: 716)

Hz. Âişe bir seferinde cehennem ateşini hatırlayıp ağlayınca Resûlüllah (sav) ona; “Seni ne ağlatıyor?” diye sormuş. O da “Cehennem ateşini hatırlayıp ağladığını” söylemiş. “Kıyâmet gününde aileler hatırlanır mı?” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:

“Şu üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Hafif mi yoksa ağır mı geldiğini bilinceye kadar mîzanın yanında,

 فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ ﴿19﴾ 

“İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!” (Hâkka 69/19);

sağ eline mi sol eline mi yoksa arkasından mı verileceğini bilinceye kadar kitâbın (verilmesi) esnasında,

ve Cehennem’in iki sırtı arasına konulduğu zaman sıratta.” (Ebû Dâvûd, Sünnet/24 no: 4755) Sahih sayılmış.

Burada sıratın varlığına işaret ediliyor ama niteliklerinden söz edilmiyor.

 

-Sırat Köpsüsü kıldan ince kılıçtan keskin mi?

Köprünün “kıldan ince, kılıçtan keskin” olduğu şeklindeki rivâyetlerden biri Ebû Saîd el-Hudrî’nin Rasûlullah’a nisbet etmediği, “bana ulaştığına göre” dediği bir haberde geçiyor. (Müslim, Îmân/71(302) 183-455) 

Âişe’den (r.anhâ) nakledilen bir rivâyetin sonunda şu cümleler var:

“Cehennemin kıldan daha ince, kılıçtan da daha keskin bir köprüsü vardır. Üzerinde Allah’ın (c.c.) dilediği kişileri yakalayan çengeller ve dikenler vardır. Üzerinden insanlar, göz kırpması, şimşek, rüzgâr, asîl atlar ve binitler gibi geçerler. Melekler, ‘Ya Rab! Selâmet ver, ya Rab! Selâmet ver!’ derler. Sağ sâlim kurtulan, tırmalanıp kurtulan ve yüzüstü ateşe dürülen vardır.” (Ahmed b. Hanbel, 6/110)

Bu rivâyet isnad açısından zayıf bulunmuştur. 

Sıratın kıldan ince, kılıçtan kesin olduğu anlayışını tevili gerektirir. Bununla anlatılmak istenen, oradan geçmenin oldukça zor ve korkulu olacağıdır. Bazıları ise onun kılıç gibi keskin olacağı görüşünde...

 

-Sırat köprüsüyle ilgili

Âhiret hayatının varlığına ittifakla inanan Müslümanlar onun muhtevasının bütününde aynı tutum içerisinde değillerdir.

Cennet ve cehennemin varlığında görüş birliğine sahip olsalar da rü’yetüllah ve sırat gibi bazı konularda ihtilâf etmektedirler.

Bazılarına göre Kur’ân’da sıratın varlığına işaret eden bazı âyetler olsa da bu konuda asıl kaynak ilgili sahîh hadislerdir.

Sıratın varlığını kabul edenlerin bir kısmı ise nitelikleriyle ilgili zayıf, hatta asılsız bazı rivâyetlerden yola çıkarak onu sahîh rivâyetlerde yer almayan bazı vasıflarla nitelemişlerdir.

Mesela; bin yıl yokuş, bin yıl iniş ve bin yıl düz olması bunlardan bazılarıdır.

Hâlbuki özellikle itikâdi konularda sahîh ve hasen rivâyetlerle yetinmek doğru olan yaklaşımdır.

Bilindiği üzere zayıf rivâyetler ancak amellerin faziletleri konusunda dikkate alınabilir. Asılsız mevzû (uydurma) rivâyetler ise bu hususta bile itibara alınmaz.

İşin teorisi böyle iken pratikte bu şekilde uygulanmaması ise tam bir çelişkidir.

Sonuç olarak sıratın varlığının manevî tevâtür derecesine yakın rivâyetlerle sabit olduğunu söylemek mümkündür.

Niteliklerine gelince sahîh rivâyetlerde vârid olanlarla yetinmek doğru olan yaklaşımdır. (Bkz: Abdulvehhab Gözün Hadislere Göre Sırat Köprüsü ve Özellikleri  Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 19 (Haziran 2021): 179-211)

Esasen bu yol, insanın dünyaya gelişiyle başlayan bir yoldur. Bu ‘sırat-yol’, doğumdan ölüme doğru uzanmaktadır. İnsanların, özelde de mü’minlerin yaşadıkları hayat köprü gibi bir ‘sırat’ üzerinde yürümedir.

Bu köprüde-yolda yürümek, kurtuluşa doğru gitmek, tehlikelerden kaçınmak, Cehennem çukuru gibi yerlere, hatalara, günahlara, zorluklara düşmemek zordur.

Hayat bu ‘sırat’ üzerinde yürümekten başka bir şey değildir. İşte bu noktada önemli olan herhangi bir ‘sırat’ta değil, ‘müstakîm olan’, ‘seviyy olan’, doğru ve dümdüz olan Allah’ın yolunda yürümektir.

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿25﴾

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿26﴾

“(Bilin ki) Allah, (insanı) huzur ve güvenlik ortamına (dâru’s-selâm’a) çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.

İyi ve yararlı işler (sâlih amel) yapmakta sebat edenlere  (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir. (Kıyâmet Günü'nde) onların yüzlerini ne bir kararma, ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir: İşte bunlardır cennetlikler; orada ebedî kalacak olanlar.” (Yûnus 10/25-26)

وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿126﴾ لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿127﴾

“Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.

Rableri katında selâm yurdu (dâru’s-selâm) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur. (En’am 6/126-127)