Kur'an'da tevbe, ibadet olarak tevbe, inâbe, münib, istiğfar, Allah'ın et-Tevvâb ve el-Ğafur oluşu hakkında bir ders.

Hüseyin K. Ece

01 Kasım 2022 – 

06 Rebiu’l-ahir 1444

Amsterdam

 

Beşinci Ders:

KUR’AN’DA TEVBE ve İSTİĞFAR

-Giriş

Kur’an’da günahları terketmek, af için Allah’a yönelme, günahtan dolayı bağışlanma istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor. Bunlar aynı zamanda samimi (nâsuh) tevbenin gerçekleşmesi için dört aşamadır:

Pişmanlık (nedâmet), tevbe, inâbe ve istiğfar.

 

1-Nedâmet

Pişman olmayı, yapılan hatanın farkında olmayı ifade eder. Bunun özne (fâil) ismi olan ‘nâdim’ beş âyette (Mü’minûn 26/ 40. Şûrâ 42/157. Hucurât 49/6. Yûnus 10/54. Sebe’ 34/33),  

nedâmet (pişmanlık) şeklinde  iki âyette geçiyor . (Mâide 5/31, 52)

Mü’min, kendisine haram veya mekruh olarak yasaklanan bir fiili yaptığı, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, öncelikle bunun bir hata olduğunu anlamalıdır. Bu hatasından/günahından dolayı pişman olmalı (nedâmet duymalı). 

En azından kendi kendine bunun bir günah, Allah’a karşı saygısızlık olduğunu itiraf etmeli.

Bir hadise göre günahtan duyulan pişmanlık tevbe gibidir.[1]

 

2-Tevbe

-Sözlükte tevbe

‘Tevbe’ sözlükte, asla geri dönmek (rucû’) demektir.

Tevbe; günahtan veya hatadan geri dönmek, onları terketmek demektir. Bir başka deyişle, günah  işlemekten vazgeçmek,  itaat etmeye yönelmektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/244)

‘tâib’, tevbe eden, geri dönen,

‘tevvâb’ ise, tevbe işini nicelik ve nitelik bakımından çok yapan anlamlarına gelir.

et-Tevvâb; Allah’ın güzel isimlerinden biri.

 

-Kavram olarak tevbe

‘Tevbe’nin şeriat dilindeki anlamı; kulun günahını itiraf ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesi, Allah’ın da bu ‘asla dönüşü’, yani bu pişmanlığı kabul ederek günahı bağışlamasıdır.

Tevbe; kulun günahından vazgeçmesi, Allah’a itaate dönmesi ve işlediği kabahati bir daha işlememeye Allah’a söz vermesi demektir.

 ‘Tevbe’, kul hakkında günahtan ve itaatsizlikten dönmeyi, Allah hakkında ise cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder.

Kul, hata ettikten sonra Rabbine döner, Rabbi de onun kendine dönmesini kabul eder.

Ya da ‘tevbe’, kula nisbet edildiği zaman, geçici olan günah hâlini terkedip düzgün hâle (salah haline) dönmeyi, Allah’a nisbet edildiği zaman ise, geçici olan gazap (kızgınlık) hâlinden asıl olan rahmet ve af hâline dönmeyi, ceza vermekten vazgeçmeyi ifade eder.

Tevbe özür dilemenin bütün yönlerini kapsar. Zira özür dilemekte üç önemli unsur vardır. Özür dileyen, “ben yapmadım” diyebilir. Ya da “şu şu sebepten dolayı yaptım” diyebilir. Ya da “ Evet, hata yaptım/günah işledim, ama onu temamen terkediyorum” der. 

İşte bu sonuncusu tevbedir.

Tevbe; günahı çirkin görerek onu terketmek,  bundan dolayı pişmanlık duymak, tekrar günaha dönmemeye azmetmek, mümkün olduğu kadar ibadeti çoğaltarak Allah’a dönmek demektir.

Bu dört şart bir araya geldiği zaman tevbe gerçeşleşir. (R. Isfehânî,  el-Müfredât, s: 101)

Tevbe; bir başka açıdan kime karşı hata yaptığının farkında olmaktır.

 

-Tevbe etmek Allah’ın emridir

Kur’an, mü’minlere sürekli tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, Allah’tan bağışlanma istemelerini (istiğfar etmelerini) söylüyor.

Böyle müslümanlar, inkârcılar gibi değildir. Onlar günahın zararını, tevbenin faziletini bilen insanlardır. (Zümer 39/9)

... وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿31﴾

“...Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!” (Nûr 24/31)

وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ ﴿52﴾

“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.” (Hûd 11/52)

وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ ﴿90﴾

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.” (Hûd 11/90. Bir benzeri: Hûd 11/3, 52, 61. Tahrim 66/8)

Gelmiş geçmiş günahları affedilen (Fetih 48/2) Allah’ın Elçisinin (sav) tavsiyesi şöyle:

“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12 no: 2702. İbni Mâce, Edeb/57 no: 3816)

 

-İbadet olarak tevbe

Tevbe kelimesi Kur’an’da fiil, masdar, tekil ve çoğul olarak seksensekiz yerde geçmektedir. Bunların büyük bir bölümü fiil hâlindedir.

İslâma göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadettir.

Bu ibadette hem günah ve hatalardan vaz geçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır.

Tevbe, yapılan işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vaz geçmektir. Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terkediliyor ise bu, tevbe değildir.

Tevbe, Rabbinin yasaklarını çiğneyip, yahut emirlerine karşı gelip, düşülen hatayı terk etmek, Allah’a dönmek, O’nun affını ve bağışlamasını beklemek, o hataya bir daha dönmemektir.

Bir başka deyişle tevbe, kulun hatadan itaata, farzları yerine getirmeye, haramları terke dönmesidir. Emredileni yaparak, yasaklananı terkederek Allah’a yöneliştir.

Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a müracaat ve O’na dönme edebidir. 

Günahtan dolayı tevbe çok önemli olmakla beraber asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dinî emirlerden dolayı yaptığı tevbedir.

Çünkü Allah (cc) insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir.

 

-Tevbeyi çeşitlerine göre sınıflandırmak mümkün müdür?

Kulluk görevi açısından üç çeşit tevbe vardır:

-Vacip tevbe. Dinde emredileni terketme, yasaklananı yapma sebebiyle gerekli olan tevbedir. 

-Müstehab tevbe. Dinde müstehab olan (güzel görülen) fiilleri terketme, mekruh olan işleri yapma sebebiyle yapılması gereken tevbedir.

Ya da Rasûlüllah gibi her gün mümkün olduğu kadar çok istiğfar etmektir. Müslüman için asıl olan elbette vacip olan tevbeyi az yapmak durumunda olmak. Tevbeyi gerektirecek günah işlememeye çalışmaktır.

-İnkârdan imana tevbe. Bir inkârcı müslüman olduğu zaman, bir şirk koşan müşrik şirki terkedip İslâmın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Onların tevbeleri iman etmeleridir. 

 

-Tevbe gerçeği

İslâma göre günahsız olanlar yalnızca peygamberlerdir. Günahsız toplum ve kişi düşünülemez. Çünkü kişi ‘beşer’ olması dolayısıyla her an nefsinin isteklerine ve şeytana aldanabilir.

Rasûlullah (sav) şöyle  buyurdu:

“Âdemoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, hata işleyenlerin en  hayırlısı, tevbe edip Allah’tan affını dileyendir.” (Tirmizî, Kıyâmet 50 no: 2501. İbni Mâce, Zühd 30 no: 4251)

Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vaz geçmektir.

İlk insan Hz. Âdem (as) ve onun eşi, işledikleri günahtan dolayı Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi.

Ancak, Allah’ın secde emrini dinlemeyen iblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman olmadı. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu.

Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir.

Tevbede ilim, hâl ve fiil unsurları vardır.

Yaptığı hatayı anlayıp, bunun ızdırabını kalbinde duyan, bunun ne anlama geldiğini bilir. Günahın verdiği rahatsızlıkla yeni bir hâle girer, pişmanlık tavrı gösterir ve sonunda da tevbenin gereğini yapar.

Bu da hemen yapılan kabahatin, hatanın terki, bir daha işlememeye kesin bir karar ve elde ettiği zararları gidermeye çalışma, yerine getiremediği görevleri kaza etme, hakları yerine verme şeklinde gerçekleştirilir.

Tevbenin yalnızca dil ile, ‘tevbe ettim, tevbe estağfirullah’ demekle gerçekleşmeyeceği açıktır. Bu sözlere sâlih amelleri, günahı tümüyle terk ile ve uğranılan zararları gidermeyi de eklemek gerek.

Mesela; bir kimseye el ve dil ile verilen zarara karşılık yalnızca Allah’a tevbe etmek yetmez. Ona verilen zararı karşılamak gerektiği gibi, helâllık istenmesi de gerekir.

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Her kim de (din) kardeşine bir mal veya ırz borcu varsa dinar ve dirhemin olmayacağı ve ancak sevapların ve günahların geçerli olduğu gün gelmeden önce ondan hemen bugün kurtulsun.” (Buharî, Mezalim/10. A. B. Hanbel, 2/435, 506. nak. Medaricü’s Salikîn, 1/233)

 

-Tevbe etmeyenler zalimdir

Tevbe etmemek ise zâlim olmak, nefse zulmetmektir. Tevbe etmemek, imandan son­ra fâsıklıktır, Allah’ın yolundan ayrılmaktır.

.... بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿11﴾

“... İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurât 49/11)

Tevbe, insanın kendine zulmetme­sinden sonra, durumunu fark edip o hatadan vazgeçmesi, kurtulması, yani kendisini düzeltmesinin adıdır.

فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿39﴾

“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Mâide 5/39)

Kim Allah’ın emrine karşı gelirse o kendi nefsine karşı zulüm işlemiş, zalim olmuş olur. Nitekim Adem ile eşi cennnete işledikleri hata sebebiyle şöyle dua ettiler.

قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿23﴾

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)

Böyle kimseler buna rağmen tevbe edip günahlarının bağışlanmasını istemezlerse zalim olarak kalmaya devam ederler.

 

-et-Tevvâb olan Allah (st)

et-Tevvab, isyandan itaate, bir anlamda kendisine dönen için o insanın istediği bağışlamaya, yahut kulların istmediği cezadan, sevdikleri affa dönen demektir.

et-Tevvâb olan Allah (cc) mübalağa ile özne isimdir (ism-i fâildir). Bu da Allah’ın çok bağışlayıcı, çok affedici olduğunu ifade eder. 

et-Tevvâb; tevbe eden kullarını defalarca bağoşlayan, tekrar tekrar bağışlayandır.

O (cc) tevbe eden kullarını mağfiretiyle (bağışlaması) ile döner. Onları tevbe etmeye yöneltir, tevbeleri sayısına, türüne bakmaksızın her zaman kabul eder. O, mutlak ve eşsiz affedicidir.

et-Tevvâb olan yalnızca alemlerin Rabbi Allah’tır. Hiç bir insan ve varlık hakkında bu isim kullanılamaz.

Kulların tevbelerini defalarca bozması dahi Allah’ın bu sıfatını değiştirmez.

Onbir âyette Allah’ın et-Tevvâb olduğu vurgulanıyor. Bunların dokuz tanesinin er-Rahîm ismiyle gelmesi de dikkat çekici.

Allah ‘tevvaburrahîm’dir. Hucurât 49/12)

Allah (cc), tevbe eden, iman eden ve hasene-iyi işler yapanlara daha büyük iyilikler (haseneler) verir. (Furkan 25/70)

Allah tevbe edenleri övmektedir. (Tahrim 55/5. Tevbe 9/112)

Allah çok temizlenenleri ve çok tevbe edenleri sever. (Bakara 2/222)

Allah kullarını terketmez, tevbe etsinler diye onları bazı şeylerle dener. (Tevbe 9/126)

Rasûlüllah (as) Allah’ın (st) kulunun tevbesine sevindiğini söylüyor. 

“Allah (cc), kulunun yaptığı tevbeden dolayı, çölde bineğini üzerinde yiyeceği ve içeceği ile birlikte kaybeden, bundan dolayı umutsuzluğa düşen, sonra bir ağacın altına gelip ümitsizce otururken birdenbire bineğini yanıbaşında bulan, yularından tutup sevincinden, şaşırarak; “Ey Allahım, sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” diyen kimseden daha fazla sevinir.” (Müslim, Tevbe/1 no: 2744. İbni Mâce, Zühd/30: 4249. Buhârî, Daavât/3. Tirmizî, Kıyâme/49 no: 2498. A. b. Hanbel, 1/383. nak. S. Yıldırım, K.Ulûhiyyet, 225) (Allah’ın sevinmesinin mecâzi olduğunu unutmamak lazım...)

 

-Allah (cc) tevbeleri kabul eder, tevbe edenleri bağışlar

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿70﴾ وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَابًا ﴿71﴾

“Ancak, tevbe ve iman edip sâlih amel işleyenler başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.

Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan 25/70-71)

حٰمٓۜ ﴿1﴾ تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ ﴿2﴾ غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ ﴿3﴾

“Bu Kitap mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından indirilmiştir...” (Mü’min 40/1-3)

Tevbeleri alan da, kabul edecek olan da sadece Allah'tır.

... وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ ...﴿135﴾

“…Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki!?” (Âl-i İmran 3/135) 

َهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ ﴿25﴾

“Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri ba­ğışlayan ve yaptıklarınızı bilen O’dur (sadece Allah’dır).” (Şûrâ 42/25)

Tevbe insanlar hakkında kullanıldığı zaman tek başına, Allah için kullanıldığı zaman ‘ala’ edatı ile (harf-i cer ile) kullanılmaktadır.

Böylece ‘Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti’ manâsı ortaya çıkar.

Şu âyette aynı anlamı bulmak mümkün:

 ... ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿118﴾

“… Sonra Allah tevbe etsinler diye onları tevbe etmeye muvaffak (başarılı) kıldı…” (Tevbe 9/118)

Ancak, tevbe edenler, kendilerini düzeltenler ve (tebliğ edilen) hakikati duyuranlar bunun dışındadır: Onların tevbesini kabul edeceğim; zira yalnız Benim tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan.” (Bekara 2/160)

Hz. Âdem (as) ve eşi işledikleri günah­tan dolayı pişman oldular, Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi. (Bekara 2/37)

Allah (cc)ın bağışlaması, af ve mağfireti boldur.

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisâ 4/48)

Rabbimiz, mu’minlere tevbe ve af konusunda genişlik veriyor.

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Ğafûr Rahîm’dir (çok ba­ğışlayan), çok merhamet edendir.

Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun; sonra size yardım edilmez.” (Zümer 39/53-54)

Bu O’nun çok merhametli oluşundan dolayı kullarının pişmanlıklarına değer verdiğini, özürlerini dikkate aldığını, bağışlanma isteklerini kabul ettiğini haber vermektedir.

Kullarına her zaman rahmetiyle muamele eden Allah’ cc) şüphesiz ki onların af istemelerini karşılıksız bırakmaz.

Bu bağışlamanın şartı da şüphesiz ki tevbedir, günahtan vaz geçmektir, hatada ısrar etmemektir. (Âl-i İmran 3/135)

 

-Tevbenin makbul olmasının şartları

Müslüman, günahından ihlaslı bir şekilde tevbe ederse bu tevbesi kabul edilebilir.

Bu kabul edilmenin anlamı, günahın verdiği zarardan kurtulmaktır. Kişi tekrar işlediği eski günaha dönmezse, o günahın dünyalık ve âhiretteki zararından kurtulması ümit edilir.

 

**Tevbe günah kadar hatta daha büyük olmalı

Büyük günahın tevbesi de büyük olmalı, daha çok, daha yoğun, daha içten olmalı. Küçük günahlar için de tevbe yapılmalı.

Bunun yanında bazı haseneler, salih ameller onları affettirebilir.

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ ﴿114﴾

“Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler (hasenât) kötülükleri (seyyiâtı) giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.” (Hûd 11/114)

Rasûlüllah (as) şöyle buyurdu:

“Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlâkın gereğine göre davran.” (Tirmizî, Birr/55)

Abdest küçük günahlara keffârettir.

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resûlüllah (sav) buyurdu ki: "Mü'min -veya müslüman- bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner, ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte -veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlarından arınmış olarak tertemiz çıkar." (Müslim, Tahâret/32 no: 244. Muvatta, Tahâret/31. Tirmizî, Tahâret/2 no: 2)

"Hz. Osman (R.a) abdest aldı ve dedi ki:  "Ben Rasûlullah'ın (as) şu benim abdestim gibi abdest aldığını, sonra da şöyle söylediğini gördüm: "Kim bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları affedilir, namazı ve mescide kadar yürümesi de nafile (ibadet) olur." (Buhârî, Vudu’/25. Müslim, Tahâret/8 no: 229)

Cuma küçük günahlara keffârettir.

Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre Rasûlullah (as) şöyle buyurdu:

“Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namaz ile iki cuma, aralarında işlenen küçük günahlara keffârettir.” (Müslim, Tahâret/14. Ayrıca bkz. Tirmizî, Mevâkît/46. İbni Mâce, İkâmet/79)

 

**Tevbe şahsîdir. 

Yani hiç kimse başkasının yerine tevbe edemez. Zira günahı kendisi işlemiştir, bağışlanmayı da kendisi istemelidir.

İslâm’da günah da şahsidir, ibadet de şahsidir.

Kimse başkasının günahından sorumlu tutulamayacağı gibi, kimse de başkasının yerine ibadet edemez, yani kulluk görevlerini yapamaz.

Müslüman, yalnız kendisi için tevbe edebildiği hâlde, kendisi için, annesi, babası ve diğer Müslümanlar için de istiğfar edebilir, bağışlanmalarını Allah’tan isteyebilir. (İbrahim 14/41, Muhammed 47/19)

 

**Ölüm korkusuyla iman edenin tevbesi geçerli değildir.

Çünkü küfürden imana tevbe insanın hayatta iken, aklı başında ve iradesi elinde iken yapması gereken bir kulluktur.

Hayat bağının kopacağı anlaşıldığı an iş işten geçmiştir. Allah (cc) böyle bir andaki pişmanlığa değer vermiyor. (Nisâ 4/18)

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا ﴿18﴾

Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/18)

Ancak günahkâr mü’minlerin son nefeslerine kadar yapacakları tevbenin kabul edileceği umulur.

Çünkü kişinin yaptığı hatasını anlaması, günahı işlediği Yüce Makama karşı suçunu kabul etmesi bile bir fazilettir. (İbni Mâce, Zühd/30 no: 4253. Tirmizî, Daavât/99 no: 3537)

 

**Tevbe, hata kime karşı yapılmışsa O’na yapılır

Mü’min bir kul, başka kula karşı bir hata yaparsa özür diler, hak helâlliği ister. Rabbine karşı hata eden, günah işleyen bir kul da hatayı kime karşı yaptıysa O’ndan özür diler. Yani Rabbine tevbe eder, O’ndan af ve mağfiret ister.

Üstelik tevbe yürekten Allah’a yönelip günahlardan vazgeçmektir.

Müslümanın bu yönelmeyi törenle, bir başka insanın huzurunda, bir proğramla, göstere göstere yapması gerekmez. 

İstiğfar arkadan gelir.

Asıl önemli olan, tevbenin direkt olarak Allah’a, aracısız olarak yapılması, nedametle O’na yönelerek hatadan dönüş sözü verilmesidir.

Tevbe, sadece Allah’a yapılır; tevbeleri kabul edip bağışlayabilecek ancak Allah’tır.

Tevbe, hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir din büyüğünün karşısında günahları itiraf edip günah çıkartmaya benzemez.

Üstadların veya din büyüğü sayılanların önünde “tevbe alma”, onun da “tevbe verme” diye yapılan uygulamanın Kur’an ve sünnette yeri olmadığı açıktır.

Çünkü tevbe kul ile Allah arasındadır. Mü’min ona kalbinde niyetlenir, diliyle ifade eder, amelle destekler, yani hatayı veya günahı terkeder.

Bunun şâhidi de Allah’tır. Kulun niyetini, tevbe edip etmediğini, istiğfarını bilen de sadece O’dur.

Herhangi bir kulun araya girmesi, “tevbe alması”, ip gibi bazı nesnelerle toplu tevbe seansları, törenleri düzenlenmesi tevbe ibadetini amacından saptırmak, kul ile kalbi arasına girmeye kalkışmak, kullar üzerinde tasarrufu olduğunu zannetmektir.

Toplu tevbe törenleri Rasûlüllah’ın, sahabelerin, İslâmı hakkıyla anlayan ve yaşayan âlimlerin yaptığı bir şey değildir.

 

**Tevbe nasuh olmalı

Tevbenin kabul edilebilir olması için samimiyetle, pişmanlıkla, bir daha geri dönmeme niyetiyle olmalı...

Bütün bir benlikle, yürekten ürperme ile, Allah’tan korkarak ve O’ndan umarak, samimiyetle olmalı...

Kur’an buna ‘nâsuh’ tevbesi demektedir.

َٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿8﴾

“Ey iman edenler ! Allah’a nasûh (kesin) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar…” (Tahrim 66/8)

‘Nasûh’, sözlükte, bir söküğü dikme, hâlis ve saf olma anlamlarına gelir.

Buradan hareketle ‘nasûh tevbe’, samimi, temiz ve insanın günah işleyerek zedelediği dini hayatını etkili bir biçimde tamir edecek ibadettir denilebilir.

Tevbenin kabulündeki ilk şart o tevbenin ‘nasûh’ olmasıdır. Nasûh tevbe içtendir, samimidir, saf ve arı durudur. Onda ne gösteriş vardır, ne de ümitsizlik... Ne tören vardır, ne şâhit... 

اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا ﴿17﴾ وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا ﴿18﴾

“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hik­met sahibidir.

Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘ben şimdi tevbe ettim’ diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab hazırladık.” (Nisâ 4/17-18)

Tevbenin zıddı inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şeytan karakterindeki insanların özellikleridir.

Âdem'le şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır.

O yüzden Âdem gibi olmak, yani adam olmak, şeytanlaşmamak için, bir hata yap­mış olsak hemen tevbe etmeliyiz.

 

-Tevbe kabulünün garantisi yok

Duanın olmadığı gibi. Günahkâr günahı terkeder, bunu kalbiyle veya diliyle Allah’a arzeder, bağışlanma ister. Bunu samimiyetle yapar. Sonuç Allah’a aittir. Kimin tevbesinin kabul edildiği başkaları bilemez, Allah da tevbekâra bunu bildirmez.

 

3-İnâbe-münîb

‘İnâbe’, kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır. İnâbe yapana ‘münîb’ denir.

Bunun aslı ‘nâbe-nevb’ fiilidir. Bu da sözlükte tekrar, tekrar -defalarca- dönmek, bir şeye dönüş yapmak, birinin yerine geçmek, sık sık gidip gelmek, nail olmak manasına da gelir.[2]

Bunun if’al kalıbı ‘e-nâ-be’, masdarı ise ‘inâbe’dir.

 ‘İnâbe’ sözlükte; Bir hususta birini diğerinin yerine geçirmek, yerini tutmak, sık sık gidip gelmek, dönmek demektir.

Münîb, bu kalıbın özne ismi olarak bu yönelme işini yapandır.

İnâbe, Kur’an’da fiil ve özne olarak ondokuz âyette geçiyor.

Bunlardan  oniki tanesinde  fiil formunda,  yedi âyette de münîb (Allah’a yönelen) şeklinde yer alıyor.

 

-Kavram olarak inâbe

‘İnâbe’ terim olarak; “İnâbetü ilallâhi teâlâ”; samimi bir şekilde Allah'a teslim olmak, O’na rücu’ etmek (dönmek), sâlih amel işleyerek O’na yönelmek ve tövbe etmektir.[3]

Kalbi şüphelerin karanlıklarından nûra çıkarmaktır.

Ya da gafletten zikre, yanlızlıktan insanlarla beraber dostça yaşamaya dönmektir.[4]

İnabe günahlardan sonra tövbeye ve Allah’ın affına yönelmek, kalbi şüphelerin karanlıklarından nûra çıkarmak da inâbedir.

Bu aynı zamanda her zaman, her durumda ihlasla, arı duru bir niyetle Allah’a yönelmedir. Allah’ı ve O’nun rızasını, O’nun sevgisini tercih etmedir.

Allah’tan yana, Allah’ın ölçülerine (hudutlarına) uygun olan şeylere içten gelerek rağbet etmektir.

Hatta; gafletten zikre, isyandan itaate, hatadan sâlih amele, nankörlükten şükre, yalandan hakikate, Allah’ın razı olmadıklarından razı olduklarına, yanlış işlerden güzel ahlâka vs. ...

İnâbe; tevbenin bir ileri derecesidir. Tevbe, kişinin görünür, bilenen günahları terketmesi, onlardan vazgeçmesi, ‘inâbe’ ise içindeki hatalardan, kötü niyet ve isteklerden kaçıp Allah’a yönelmesidir.

 

-Allah’a yönelmek O’nun emridir

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿53﴾ وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿54﴾

“De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Azap size gelmeden önce Rabbinize yönelin (dönün) ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (Zümer 39/53-54)

Kişi Allah’ın vahiyle gönderdiği ölçüleri, hükümleri tanımaz, canının her istediğini yaparsa sınırı geçmiş olur. Bunun zararı öncelikle yapanın kendi alyhinedir.

Ayet buna rağmen kullara pişmanlık, dönüş (tevbe), düzelmenin mümkün olduğunu haber veriyor.

Allah’ın rahmeti, mağfireti geniştir. O, sonsuz merhametinin gereği olarak tevbe edenleri dilediği gibi bağışlayıcıdır.

Arkadan gelen âyet, affedilmeye layık olabilmek için kulun Allah’a yönelmesi (inâbe etmesi), O’na hakkıyla teslim olması gerektiğini haber veriyor.

Yukarıda geçtiği gibi inâbe tevbede bir merhaledir ve istiğfar (af dileme) için şarttır.

Yani kişi hatayı, günahı terkedecek, sonra af ve mağfiret dilemek için Rabbine yönelecek (inâbe edecek).

Bu âyetten Allah’ın (cc) hem günahkâr kullara, hem de genel anlamda bütün insanlara kendisine yönelmelerini emrettiğini anlayabilirz.

İnsanın kul olarak yapması gereken her pozisyonda Rabbine yönelmesi, rağbet etmesi, O’nunla ilgili şeyleri öncelemesidir.

 

-Münîb;

‘Münîb’; inâbe’nin ism-i fâili (öznesi), ‘inâbe’ eden; Allah’a içtenlikle yönelen, Allah’a rücu’ eden demektir.

Münîb olan (hatasını) kabul eder ve (arkasından) tevbe eder, itaate yönelir.[5]  

Bu yöneliş hatadan sonra veya her an, her durumda olabilir.

 

-Kur’an’da münîb

İsim olarak beş âyette geçen ‘münîb’, iman ettikten sonra, ibadet, dua, zikir, tevbe, istiğfar ederek Allah’a yönelmek, özünü samimi bir şekilde Allah’a çevirmek anlamında kullanılıyor.

-Âyetlerde münîbler için gözü açacak ibretler vardır;

Rabbimiz şöyle buyurdu:

اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟ ﴿9﴾

“Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz.

Bunda, Rabbine yönelen (inâbe eden) her kul için bir ibret vardır.” (Sebe’ 34/9)

Demek ki Allah’a yönelmeyenler, O’na iman etmeyenler bu harika yapı, sistem, varlık üzerinde düşünmezler, ibret almazlar.

Allah’ın âyetleri, yerde ve gökte olan her şey münîb olanların basiretini artırır, onlara ibret verir. 

Allah (st) bunları niçin hatırlatıyor?

وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ ﴿7﴾ تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ ﴿8﴾

“Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

İsteyerek Allah'a yönelen (münîb) her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).” (Kâf 50/7-8)

-İnsana bir zarar dokunduğu zaman...

Kur’an insanlarınn karakterini farklı yönleriyle anlatıyor. Bunlardan bir tanesi de çaresiz kalan ve sonra da azıcık güçlenen insanların tutumuyla ilgili...

Allah’ın kulu olan, her açıdan O’na muhtaç olan insanın her zaman O’na yönelmesi gerekirken bazıları sadece felâket zamanlarında, dara düştükleri zaman, belâ ve musibete uğrayınca Rablerini hatırlarlar, O’na yönelirler, O’na yalvarırlar.

Lakin refaha, selâmete, bolluğa, güce ulaşınca... tutumları değişir.

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ ﴿8﴾

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelmiş (münîb) olarak O’na yalvarır.

Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.” (Zümer 39/8)

وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ ﴿33﴾

“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah, onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.” (Rûm 30/33)

İhlaslı mü’minler elbette böyle yapmazlar.

Münîb iki âyette ‘münîbîn’ şeklinde çoğul olarak yer alıyor.

 Allah (cc) mü’minlere kendisine yönelmelerini emrediyor.

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ ﴿30﴾ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿31﴾ مِنَ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ ﴿32﴾

“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

O’na yönelmiş kimseler (münîbîn) olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini parçalayıp grup grup olan kimselerden olmayın.” 

(Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.” (Rûm 30/30-32)

 

-Münîb kalp

Kur’an’da bir âyette geçen “kalb-i münîb” ifadesi var.

Münîb ‘inâbe’ eden, meyleden, yönelen demek olduğunu hatırlayalım.

Kur’an, Allah sevgisinde ve korkusunda samimi, Tevhide aykırı inançlardan uzak, kötü duygulardan, niyetlerden arınmış, Allah’a yönelen kalbe ‘münîb kalp’ diyor.

Onun tercihi Haktır, Haktan yana olan şeylerdir, hakkaniyettir.

Münîb kalbe “Allah’a adanmış” kalb diye anlayabiliriz.

Kalbin sürekli değişir, hâlden hâle geçer ve bir şeylere meyleder...

Çoklarının kalbi dünyalık şeylere meylederken, münîb kalb sahipleri Allah’a, O’na ait şeylere yönelirler.

Bu yöneliş de tıpkı pusulanın ibresine benzer. Siz pusulayı hangi tarafa çevirirseniz çevirin, onun ibresi her zaman aynı yönü, güney kutbunu gösterir.

Kalb-i münîb sahibi mü’min de her zaman ve her pozisyonda, iyi veya kötü hâlde, nimette ve musibette Allah’a yönelir. Hatta işkence altında kalsa bile...

Sonsuz mutluluk yurdu Cennet de onlar içindir.

وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ ﴿31﴾ هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿32﴾ مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ ﴿33﴾

“O (cennet), her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan

ve O’na yönelmiş (adanmış) bir kalp (kalb-i münîb) ile gelen kimseler içindir.” (Kaf 50/31-33)

Kalbin yönelişleri arasında en isabetlisi, en doğrusu, en sahici, en işe yarayanı, en faydalı olan münîb kalplerin tercihidir.

Çokları kendilerince değerli, sevimli şeylere meylederken, münîb kalp sahipleri Allah’a karşı duydukları huşu’ ve sorumluluk bilinciyle, sevgi ve ideal korku ile, bilinçli bir şekilde Allah’a, O’na ait olan şeylere yönelirler.  

Münîb kalp; içten Allah’a yönelen yürektir.

 

4-İstiğfar

Kur’an’da günahları terketmek, hata ve günahlardan dolayı af ve  bağışlanma istemekle ilgili dört tane kavram kullanıldığını hatırlayalım: Pişmanlık (nedâmet), tevbe, inâbe ve istiğfar.

-İstiğfar; söz, kalp ve fiille Allah’tan günahlarını örtmesini ve bağışlamasını (mağfiret) istemedir.  (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 543)

İstiğfar, Allah’tan hata ve günâhlarının bağışlanmasını isteme, mağfiret (bağışlanma) dileğinde bulunma demektir.

Tevbe ile birliktedir. Tevbe ve istiğfar kalbin Allah’a yönelişidir. Hata edenler yürekten pişmanlık duyup affetmesi için  Allah’a yönelmeliler. 

Kul, hatasından veya günâhından dolayı af için dört merhaleyi takip etmelidir. Önce yaptığı hatadan nedamet (pişmanlık) duymalı. Sonra günahından tevbe etmeli. Sonra bağışlanma isteği ile inâbe yapmalı (Rabbine yönelmeli). En sonunda da istiğfar etmeli (bağışlanma talep etmeli).

İstiğfar, hem yapılan hatadan dönmek, hem de Allah’ın büyüklüğüne yeniden teslim olmaktır.

Kişi, hata yaptığı hâlde umursamaz, aldırmaz, hatta yaptığı hatanın iyi bir şey olduğunu düşünür de, affedilmesi için Allah’a yönelmezse; bu tavır Allah’a karşı bir kibirdir.

Böyle bir ahlâk da ancak inkârcıların davranışıdır.

İstiğfar bir bağışlanma talebidir. Kimden? Günah kime karşı yapılmaışsa O’ndan.

Bu, insanlardan hataya karşı özür dilemeye banzemez.

Din dilinde Allah’a karşı işlenen hatalara, O’nun koyduğu yasakları yapmaya günah denir. Günah kime karşı işlenmişse istiğfar da O’na yapılmalı bir anlamda özür de O’ndan dilenmesi gerekir. (Bkz: Nûh 71/10. Hûd 11/90)

İnsanların günûhlarını temamen gören ve bilen yalnızca Allah’tır. (Furkan 25/58)

Öyleyse mü’minler günâhlarını sadece Allah’a itiraf ederler ve yalnızca O’ndan bağışlanma dilerler.

İstiğfar Kur’an’da bazen tek başına, bazen de tevbe ile ve tevbenin türevleri ile birlikte geçmektedir. Mesela;

اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿74﴾

Hâlâ mı Allah’a tövbe etmezler ve O’ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mâide 5/74. Ayrıca bkz: Meryem 19/47. Hûd 11/3, 51, 90. Âli İmran 3/135)

Allah (cc) mü’minlere istiğfar etmelerini emrediyor:

وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۚ ﴿106﴾

“Allah’tan mağfiret (bağışlanma) dile (istiğfâr et); Gerçekten Allah, Ğafûrdur(çok bağış­layıcıdır), Rahîmdir (ziyadesiyle merhamet edendir).” (Nisâ 4/106)

 ... وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿20﴾

“... Şimdi Allah’tan mağfiret dileyin: İyi bilin ki Allah, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.” (Müzemmil 73/20. Bir benzeri; Fussilet 41/6)

فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّارًاۙ ﴿10﴾

“(Nuh); Rabbinizden bağışlanma dileyin, doğrusu O çok bağışlayandır (Ğafûr’dur) dedim.” (Nûh 71/10)

Kulların tevbe ve istiğfarını kabul eden Allah bağışlayıcıdır (Ğâfir), 2 âyette.

çok, mutlak bağışlayıcıdır (Ğafûr), 91 âyette.

hatta çok çok, tekrar tekrar  bağışlayıcıdır (Ğaffâr) olduğunu da vurguluyor, 6 âyette.

Mü’minler, içlerini rahatsız eden günahkârlık duygularından arınmak için övgü (hamd) ve şükür ifade eden dua ifadeleriyle, Allah’a el açarlar ve O’ndan bağışlanma dilerler.[6]

Onların bu durumu şu âyette daha net anlatılıyor: 

وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿135﴾

“Onlar, fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp anarlar ve günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler (bağışlanma­k) dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki!? Onlar, yaptıkları kötü­lüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran 3/135)

Mü’min, kendisine haram veya mekruh olarak yasaklanan bir fiili yaptığı, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, öncelikle bunun bir hata olduğunu anlamalıdır.

Arkasından hemen tevbe etmeli, yaptığı hatanın bağışlanmasını Allah’tan dilemelidir. Bu aynı zamanda ‘istiğfar’dır. Yani Allah’tan bağışlanma dilemedir.

Günahların bağışlanması istenirken yapılacak iş; Allah’tan korkarak ve O’ndan umarak, samimiyetle O’na yönelmedir. Bu da inâbedir.

İstiğfar bir açıdan nedâmeti, tevbeyi ve inâbeyi kapsar.

Bir açıdan ise tevbeyi tamamlayan duadır.

Tevbe, günahtan vazgeçme, onları terk, istiğfar ise onların affını istemektir.

İstiğfar tevbe ile birlikte yapıldığı gibi, bir günaha bağlı olmadan da yapılabilir. Zira böyle bir istiğfar Allah’a saygı, O’nu anmak ve insan olarak kendi kusurunu, eksikliğini ve acizliğini bilmektir.

Hadislerde geçtiği gibi hiç bir kul Allah’ın kendisini övdüğü gibi övemez (Müslim, 1/352), hiç bir kul Allah’a O’nun layık olduğu kadar ibadet edemez. Bunun farkında olan mü’min her zaman istiğfar eder.

Nitekim Peygamber (sav) günahsız olduğu halde her gün defalarca istiğfar ederdi. “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” (Müslim, Zikir /12, no: 2702. Ebû Dâvûd, Salat/İstiğfar no: 1515. İbni Mâce, Edeb/57 no: 3816-3817)

“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12 no: 2702. Ebû Dâvûd, Salat/İstiğfar no: 1515)

Tevbe ile istiğfar arasında bağ olsa da ikisi tam aynı şey değildir. Tevbe kötülükten, günahtan, hatayı terketmek;

istiğfar ise o günahın tutulan kaydını affetmesi için Allah’a yalvarmaktır.” (İslâmoğlu, M. Kur’an’a Göre Esmâ-i Hüsnâ, 3/1924)

İstiğfar kökünden gelen “mağfiret” Allah’a nisbet edildiğinde kulunun günahını örtüp hiç günah işlememiş muamelesi yapması ve kusurunu bağışlaması” anlamına gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 11/64)

 

-Ve...

... اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ ﴿222﴾

“... Hiç şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara 2/222)

[1] Ahmed b. Hanbel, 1/376, 423, 433

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/377-378

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 774

[4]el-Cürcânî, Şerif A. b. Muhammed. et-Tarifât, s: 41

[5] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/378

[6] Yapıcı, A. İslâm’da Tevbe ve Dinî Yaşayıştaki Rolü, s: 51