Kur'an'da ümniyye, şeytanın ümniyye vermesi, ehl-i kitabın ve müslümanların düştükleri ümniyye-kuruntu örnekleri hakkında bir online bir ders.

Hüseyin K. Ece

15.05.2023 –

25 Şevval 1444

Zaandam-Hollanda

 

47. Ders KUR’AN’DA ÜMNİYYE-KURUNTU KAVRAMI

-Giriş

Hayat nizamı olarak gönderilen İslâm, insanlara yol gösterirken, tasavvuru ve hayatı inşa ederken, hakikati öğretirken bazı kavramlar kullanır. Mesajını bu kavramlarla iletir. Zaten kavramlar düşünce ve inanç sistemlerinin, ilimlerin temel yapıtaşı gibidir.

İslâmı doğru anlamanın bir yolu ve olmazsa olmaz şartı da ona ait kavramları doğru anlamaktan geçer.

*Kur’an ele aldığı konuları ve onlarla verdiği mesajları bazen zıd kavramlar örgüsü üzerinden verir ki konu daha iyi anlaşılsın... Buna Kur’anın “mesâni uslûbu” denir. Mesela hak-bâtıl, iman-küfür, tevhid-şirk gibi.  

*Kur’an hakka tabi olmayı emreder. Bu ittibanın ön şartlarından biri de hakkın tersi olan bâtılı tanımaktır. Zira hakkın karşısında bâtılın bir hükmü yoktur.

“O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur.

İşte Allah, hak ile bâtıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.” (Ra’d 13/17)

İşte konumuz olan ‘ümniyye’ de Hakikat açısından su üstündeki köpük gibidir.

Kur’an hakkı ve bâtılı tanıtırken ve bunlara uyanların özelliklerini anlatırken diğer konularda olduğu gibi burada da bazı kavramlar kullanıyor.

Kur’an ilk inen âyetlerden itibaren ilme, bilgiye, düşünmeye vurgu yapıyor. Bu konuda uslûbuna uygun olarak; tefekkür, teakkul, tefekkuh, tedebbür, teemmül, burhan, beyyine gibi kavramları cehl-cehâlet, ümmilik, ümniyye, zan, akılsızlık, kör ve sağır olma gibi zıd kavramlarla kullanıyor.

Bunlar bilinç temelli kavramlardır. Birinci grupta olanlar olumlu bilinç oluşturmaya yönelik ve teşvik edici kavramlar,

ikinci grupta olanlar ise sakınılması gereken şeylere ve tutumlara delâlet ederler.

Bunlardan ümniyyeyi bu derste söz konusu edelim:

 

-Sözlükte ve kavram olarak ümniyye

‘Ümniyye’nin aslı ‘meniye (masdarı; menâ) fiilidir.   

Bu da bir şeyi gönülde değerlendirip düşünmektir, takdir etmektir.

Bu bazen tahmin ve zan ile bazen de bilgiden ve bir asla dayanarak meydana gelir.

Temenninin geneli tahmine dayalı olduğundan yalan ona daha baskındır. Onun için temenninin çoğu, gerçekliği olmayan şeyleri düşünmektir. (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s: 722)

Buna göre ‘ümniyye’; insanın kendi içinde ve hayâlinde tasarlayıp varlığını kabul ettiği ve olmasını temenni ettiği, ya da diline dolayıp durduğu şeydir.

“Gerçekleşmesi neredeyse imkânsız arzu, umut, kişide bir şeyi dilemekten meydana gelen düşüncedir. Yalan, gerçekliği olmayan şeylerin düşünülmesi ve onların söz ile dile getirilmesi olduğundan temenni, yalanın başlangıcı gibi kabul edilmiştir…” (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s: 722)

‘Ümniyye’ batı dillerinde –olumsuz anlamıyla- ‘ideal’ kelimesiyle karşılanır.

Ümniyyenin çoğulu ‘emâniyy’dir.

Ümniyye; Kur’an’da ilme, sahih bilgiye (hakikat bilgisine) dayalı inanç ve tasavvurun zıddı olarak, sağlam bilgiye/ilme dayanmayan, bir gerçekliği olmayan temenni ve inanışlar anlamına gelir.

Ümniyye; kuruntu, boş söz, ham hayâl ve genel anlamda ütopyadır. bâtıl (geçersiz) idealler, vehimlerdir. Bunlara; kulaktan dolma bilgiler demek mümkün...

Bşr başka deyişle ümniyye; insanın gönlünden/aklından geçirdiği, saplanıp kaldığı ve arkasından koştuğu bir düşünce, bir hayâldir. Bu hayâllerden bir kısmı gerçekleşebilecek özellikte olmakla beraber çoğu gerçekleşemeyecek, olmayacak şeyler, hiç bir delile dayanmayan kuru ve kişisel temennilerdir.

Bir yönüyle de çölde görülen seraba benzemektedir.

 

-Ümniyye-temenni ilişkisi

(Türkçede de kullandığımız) ‘Temenni’ kelimesi de bu kökten gelir.

Bu da; bir şeyi zihinde takdir veya tefekkür etmek, bir şeyi bu tefekküre göre tasarlamak, tasvir etmektir.

Bu kimi zaman tahmin ve zanna dayanır, kimi zaman da tefekküre ve yapı gibi bir temele dayanır.

Tahmine dayandığı için yalan olma özelliği daha baskındır. 

Dolaysıyla temennilerin çoğu hiç bir hakikati bulunmayan şeylerin tasavvurudur. (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s. 722)

 اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ

“Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilâh edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler) yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.

Yoksa her umduğu (temenni ettiği) şey insanın mıdır?” (Necm 53/24) 

Türkçe sözlükte temenni: “1.Olmasını veya olmamasını isteme, arzu, talep, dilek. 2.Rica.” (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1610)

Kur’an bunu istek, arzu anlamında da kullanıyor.

قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 “De ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki Âhiret yurdu (Cennet) diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!” (Bekara 2/94)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ

“De ki: "Ey Yahudiler! Bütün insanlar bir yana, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bunda samimi iseniz, ölümü dilesenize!"

Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.” (Cumua 62/7)

 

-Ümniyyenin bir benzeri: Ğurur

‘Ğurur’ kelimesinin aslı hafif bir şekilde uyuklarken gaflet etmektir. 

‘Ğurur’; bir şeyin bir kimseyi aldatması, aklını çelmesi, boş şeylere arzu duymasına neden olmasıdır. (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s: 537)

Bu da aldanmaktır, yanılmaktır, ümitlerin gerçekleşmemesi, büyük hayâllerden sonra ellerin boş kalmasıdır.

Türkçe sözlükte gurur şöyle tanımlanıyor: “1.Kendini beğenme, üstün tutma. 2.Kibir. 3.Aldanma, boş şeylere güvenmekten doğan aldanış. 4.Şeref, haysiyet. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 611)

Rabbimiz buyuruyor ki:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

 “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lukman 31/33)

يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَر۪يمِۙ

اَلَّذ۪ي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَۙ

ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَٓاءَ رَكَّبَكَۜ

“Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? (İnfitâr 82/6-8)

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ

مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

“Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. (Onların bu refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!” (Âli İmran 3/196-197)

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

 “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim Cehennemden uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âli İmran 3/185)

يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا

“Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey vaadetmez.” (Nisâ 4/120)

...  وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا

“Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak...” (En’am 6/70. Ayrıca bkz: Ahzab 33/12. Fatır 35/40. En’am 6/112)

İnsanı aldatan ve aklını çelen şeyler de; mal, makam, şehvet ve şeytandır. (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s: 537)

        Dünya hayatının aldattığı kimselerin iyi yaptıklarını zannettikleri amelleri Âhirette bir anlam ifade etmeyecek, bir işe yaramayacak.

            وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـٔاً وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ

“İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nûr 24/39)

“İman, insanın hayatına ve bu hayat süresince sarfettiği gayretlere, yapmış olduğu işlere bir mana ve değer katan yegâne âmildir. Çünkü inanan insan, bütün amellerini, faaliyetlerini üstün bir gaye için, Allah rızası için yapar; üstün bir talimata, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olarak yapar; nihayet yaptığı her işten dolayı ince bir hesap vereceği kaygı ve disiplini içinde yapar.

Halbuki inançsız insanların faaliyetleri, bu iman ve sorumluluk disiplininden yoksun olduğundan -âyette de ifade buyurulduğu gibi- boş, değersiz ve anlamsız bir meşguliyetler yığınından ibaret olmakla kalmaz, fazla olarak sahibini ağır bir sorumluluk ve hesabın altına sokar.” (Diyanet Vakfı meali âyet açıklaması)

 

-Şeytanın bir tuzağı olarak ümniyye

Kur’an, “ümniyye saplantısı”nın şeytanın tuzaklarından olduğunu söylüyor.

“Şeytan dedi ki: “Onları –ne olursa olsun- saptıracağım, en olmadık kuruntulara (ümniyye’ye) düşüreceğim ve onlara kesin olarak (helâli haramlaştırmak, ya da putlar için) hayvanların kulaklarını kesmelerini ve Allah’ın yaratışını değiştirmelerini emredeceğim.”

Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli edinirse, kuşkusuz o, apaçık hüsrana uğramıştır.

(Şeytan) onlara vaadlerde bulunuyor, onları en olmadık ümniyye’ye (kuruntuya) düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey vaadetmez.” (Nisâ 4/119-120)

Şeytan, insanları boş emellerle, yalancı sevdalarla, gerçekleşmeyecek hayâllerle, olmayacak kuruntularla ümitlendirir, onlara bol bol vaadlerde bulunur, bir bakıma söz verdiği şeylerle ağızlarının suyunu akıtır ama, şeytanın insana verebileceği yalnızca ‘ümniyye’dir.

Bu gerçeği Kur’an şöyle haber veriyor:

“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz.

O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız.

Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim 14/22)

Görüldüğü gibi şeytan Hesap Günü, insanlara yalan vaadlerde bulunduğunu itiraf edecek. Rabbimizi bunu Vahiyle insanlara önceden haber veriyor ki, kulları şeytanlanın ümniyye olan vaadlerine kanmasınlar.

Bununla beraber şeytanın, Allah’ın doğru yolunda (hidâyet üzere) gitmek isteyen kulları zorla bu yoldan çıkaracak bir gücü olmadığını, kendisinin sadece telkinde bulunduğunu, bazı insanların da bunu kabul ettiğini, dolaysıyla şeytanı değil kendilerini kınmaları gerektiğini söyleyecek. Zira şeytanın insan üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur, kurnazca ayartması vardır. (Bkz: Nahl 16/99)

 

-Münafıklar ve ümniyye

Kur’an ümniyye kavramının münafiklar (iki dinli sahtekârlar) hakkında da kullanıyor. Onlar Hesap Günü mutlak gerçekle yüzleşecekler.

يُنَادُونَهُمْ اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنَّكُمْ فَتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْاَمَانِيُّ حَتّٰى جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ وَغَرَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

 “Münafıklar, mü’minlere seslenirler: Biz sizlerle birlikte değil miydik? Derler ki:

Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz. Gözetip beklediniz, kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular (ümniyyeler) yanıltıp aldattı.

Sonunda Allah’ın emri olan ölüm geliverdi. O aldatıcı da sizi Allah ile aldatmış oldu.” (Hadîd 57/14)

-Ehl-i kitap ve ümniyye

Kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı Allah’ın âyetlerini işittikleri hâlde, onları bile bile değiştirirler. Buna rağmen müslümanlarla karşılaştıkları zaman “biz de inanıyoruz” derler. Kendi yandaşlarının yanında ise “sakın aleyhinize olacak şekilde Rasûl’e inanmayın” derler.

Onların bir kısmı da ümmî oldukları hâlde, bir takım kuruntuların (ümniyye’nin), bir ilme dayanmayan zanların peşine takılırlar. Bütün bildikleri hayâl meyal avuntulardır, oyalandıkları şey olmayacak temennilerdir.

“Dinleri konusunda uydurdukları şeyler onları yanılgıya düşürmüştür” Neden?

“Bu, onların; Ateş bize sayılı günlerin dışında dokunmayacaktır, demeleri yüzündendir.

Uydurmakta oldukları şeyler onları dinleri hakkında yanılgıya düşürdü.” (Âl-i İmrân 3/24)

“Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelâmını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.

Onlar iman edenlerle karşılaşınca, “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”

Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.” (Bakara 2/75-78)

Kur’an, kendi indigi dönemdeki ehl-i kitap üzerinden bütün insanlara mesaj veriyor. Zira onun muhatabı insanlıktır. O dönemdekiler ve sonrakiler hakikat bilgisine sahip değillerdi. Yani bu anlamda ümmî idiler. Böyle olmak da onların kendi tercihleri idi.

Kitabın-vahyin bilgisine sahip olmadıkları için içlerindeki boşluğu uydurma, asılsız, bâtıl, kulaktan dolma, atalarından aldıkları şeylerle doldurmaya çalışırlar. 

وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

“Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler, bildikleri bir sürü asılsız şeylerden (emâniyy-ümniyyelerden) başkası değildir ve onlar yalnızca zannederler.” (Bekara 2/78)

Ümmî olmak her ne kadar sözlükte annesinden doğduğu gibi kalan, okuma yazma bilmeyen, tahsil görmeyen anlamına gelse de bu âyetlerde “Kitab’ın/hakikatin bilgisine sahip olmayan veya vahiyle gelen bilgilerden mahrum olan” demektir.

Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, oradaki okuma yazmayı bilmemek Vahiy açısından kınanacak bir şey değildir. Burada ise ümmîlik kınanıyor.

Bu ümmîler Hakikatin bilgisinden uzak kaldıkları için dine dair algıları  ve inançları ümniyyelere, yani gerçekliği olmayan temelsiz inanış ve kabullere ve zanna dayalıdır. 

Kur’an mekkeli ümmîlere indi.
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

“O, ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cumua 62/2)

Rasûlullah’ın risâletten önce ümmî olması da okuma-yazma bilmezdi anlamından çok bu anlamda olsa gerektir. (A’râf 7/157, 158) 

Ehl-i kitabın iddiası:

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 “Onlar: Cennete ancak yahudi veya hıristiyan olan girebilecektir, dediler.

Bu onların ümniyyeleri (kuruntuları)dır. De ki: Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.” (Bekara 2/111)

Görüldüğü üzere Kur’an onların bu iddialarının sağlam bir temele dayanmadığını, gerçek de olmadığını haber veriyor. Herhangi bir iddianın ümniyye değil de gerşek niteliği taşıyabilmesi için bir delile (burhana) dayanması gerekir.

Ehl-i kitabın; “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz” (Mâide

5/18) 

“Ateş bize sayılı günler dışında dokunmayacaktır” (Bekara 2/80

“Nasıl olsa bağışlanacağız” (A’râf 7/169 gibi iddiaları temelsiz, delilsiz temennilerdir, ümniyyelerdir.

Şeytan da bu gibi ümniyyelerle onları oyalamakta, ümitlendirmektedir.  

“Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

“Bunun sebebi, onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir. Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.” (Âl-i İmrân 3/24)

Bu âyet tüm bu ümniyyeleri kastediyor ve din konusunda aynı yanlışa düşmekten müslümanları da sakındırıyor.

 

-İslâm temenni değil, ölçü dinidir

Kur’an’a göre ümniyye, vahye dayalı sahih bilgi yerine insanların hevâlarından din adına uydurdukları temelsiz iddilardır. Bunlar pek çok toplumda genel kabul görmüş, âdet hâline gelmiş kabullerdir ama çoğu yanlış inançlar ve hurâfelerdir.

İslâmî anlayış; “şu şöyle olsaydı, bu böyle olsaydı, ben sahabe döneminde yaşasaydım, ya da Mekke’de yaşasaydım, hele bir işlerimi bitireyim” gibi boş laflar değil, bütün bir hayatı kuşatan bir ilâhi nizamdır.

Bu nizama uygun hareket etmeden sahih bilgiye dayanmayan bir takım temennilerde bulunmak, hayâller kurmak, gerçekleşmesi mümkün olmayan emellerin peşine düşmek işe yaramaz.

Allah’ın ümniyye diye nitelediği, insanların Vahiyden yüz çevirip ürettikleri hayâller, temenniler bütün din mensuplarında olabilir. Ama bu işin şeklini değiştirmez.

Ehl-i kitap, kendilerine indirilen Tevrat’a ve İncil’e tabi olmaktan uzaklaşarak kendi ilimsiz kuruntularını, zanlarını, yani ümniyyelerini din hâline getirdiler.

Kur’an Muhammed ümmetini aynı hataya düşmeme hususunda uyarıyor. 

Kur’an, şeytanın “Onları saptıracağım, boş kuruntulara (ümniyyelere) düşüreceğim” ifadelerini hatırlatarak, ümniyyenin şeytan kaynaklı olduğunu haber veriyor.

Kim seytanın bu kandırmasına aldanırsa hak yoldan sapar. Arkasından şöyle diyor:

“İman edip sâlih ameller işleyenleri ise, içlerinde ebediyyen kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Allah’ın vaadi haktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir. (Nisâ 4/122)

Buradaki muhatap hem ehl-i kitap, hem de İslâm ümmetidir.

-İslâm ümmeti ve ümniyye

Ümniyye saplantısının ehl-i kitabi ve munafıkları din konusunda yanılttığı belli... Bu yanlıştan müslümanların temamen uzak kaldığı söylenebilir mi?

Müslümanlar da bu konuda onların düştüğü hataya düştüler mi, düşüyorlar mı? 

“Bu ne sizin kuruntularınıza (emâniyye) ne de kitap ehlinin kuruntularına göredir” âyetini nasıl anlamamız gerekir?

Geçmişte bazılarının yaptığı gibi bizde de kitabîlikten ümmiliğe doğru meyil mi var?

Yani Allah’ın kitabı elimizde olduğu hâlde, hayatımızı ona göre değil de kendi kafamıza, içinde bulunduğumuz yapılara, tabi olduğumuz önderlere ve atalara göre inşa ediyoruz?

Kitabın haberlerini bir tarafa bırakıp kendimizin hayâllerini, başkalarının rüyalarını mı önceliyoruz?

Kitabın ölçülerini bir tarafa atıp, onun yerine boş temennileri, temeli olmayan iddiaları, kuruntuları veya hurafeleri mi koyuyoruz?

Ehl-i kitap gibi imanın gereğini yapmadan; “biz Allahın sevdikleriyiz”, “Ateş bize sayılı günler dışında dokunmayacak”, “nasıl olsa bağışlanacağız” mı diyoruz?

Kur’an’da ödül veya ceza “kesb, amel” gibi fiillerle insanların yaptıklarına bağlı ve bir hak ediş olduğu açıklandığı, Âhiretin diğer ahvâli belli olduğu, “Ve insan için kendi çabasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/39) dendiği hâlde, bunları devre dışı bırakan kurtarıcı inancı mı var?

 

-Ümniyye saplantısı

Bazı insanlar kendilerinin doğru yolda olduğunu, üzerinde bulundukları dinin en hak din olduğunu iddia ederler. Onlara göre, kurtuluşun yolu kendi dinlerine uymaktır.

Allah katında sevimli olmak, Cennete gitmek ancak onların gittikleri yola tâbi olmakla mümkündür.

Halbuki Allah (cc) peygamberleri ile Hakk’ı göstermiş, kendi katında hangi dinin geçerli olduğunu belirtmiş, Cennet’e gidebilmenin, Allah’ın sevgili kulu olmanın şartlarını bildirmiştir.

Buna rağmen insanlar kendi aralarında tartışır dururlar. Onların bu tartışmaları boş hayâlden, ilimsiz temennilerden başka bir şey değildir.

Hırıstiyanlar, yahudiler ve müslümanlar, Allah (cc) katında kendilerinin daha üstün olduğunu iddia ederler. Bu gibi kuruntulara Kur’an net bir cevap veriyor:

لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا

 “(Bu iş) ne sizin ümniyyenizle (kuruntularınızla), ne de kitap ehlinin kuruntularıyla olmaz. Kim kötülük yaparsa, onunla karşılık görür; o, Allah’tan başka bir veli ve bir yardımcı da bulamaz.” (Nisâ 4/123)

Devam eden âyette, kadın olsun erkek olsun, kim sâlih amel işlerse, onun karşılığı olarak Cennet’i hakk edeceği vurgulanıyor.

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا

“Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. “ (Nisâ 4/124)

Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde, kurtuluşun ve iki dünyada da felah bulmanın yolunun iman ve sâlih amel olduğunu biliyoruz. Öyleyse boş konuşmaların, ham hayâllerin, temelsiz övünmelerin hiç bir faydası yoktur.

Allah (cc), kullarının ne yapacağını, onların hangisinden razı olacağını, hangisinin de cezayı hak edeceğini açık açık bildirmiştir.

Kulların görevi boş gururla, zanna dayalı temennilerle (ümniyye) ile oyalanmak değil, hamhayâllere umut bağlamak değil Vahye iman etmek  (Hablullah’a sarılmak) ve gereğini yapmaktır.  

“Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) tâbi olun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (A’râf 7/3)

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Bekara 2/121)

Kisi ve toplumlar Kitaba hakkıyla uyarsalar, hayatlarına vahyin ölçüleri yön verir. Aksi hâlde hayata aktarılmayan vahyin ölçüleri yerine ümniyyeler, gerçekliği olmayan hayâller, boş beklentiler, hakikate dayanmayan inançlar alır.

Çünkü insanın içi boşluk kabul etmez. Tıpkı ekilmeyen bir tarlanın boş kalmaması, yabani otlar tarafından doldurulması gibi…

Ümniyyeler de insan ve toplum zihninde, kalbinde ve yaşayışında vahyi ölçülerin yerine boy atan “yaban otları” gibidir.

-Ümniyye örnekleri

‘Ümniyye’, aynı zamanda makul (tutarlı) idealleri ütopyaya ertelemektir.

Bu aldanışa yalnızca gayri müslimler değil, müslümanlar da zaman zaman düşmektedir.

*Söz gelimi, İslâmı en güzel şekilde yaşama görevini İslâm devleti kurulması şartına, ya da daha rahat bir hayata ertelemek ümniyyedir.

*İnsanın en ciddi meselesi olan kulluk görevlerini bir başka bahara, ilerideki yaşlara, emekliliğe veya bazı dünyalık işleri halletme zamanından sonraya ertelemek ümniyyedir.

*Allah yolunda infak etmeyi, borçtan kurtulma zamanına, Allah yolunda gayret göstemeyi boş zamana erteleme ümniyyedir.

*Müslümanların, mü’min olarak yapmaları gereken vazifeler belli iken, İslâm her şeyi net olarak ortaya koymuşken ve kurtuluşun yolunu göstermişken; onların görevlerini yerine getirmeden gökten mucize beklemeleri, gizli bir elin gelip bütün işleri halledeceğini hayâl etmeleri ümniyyedir.

*Bir kişinin kendi çabasıyla bir yerlere ulaşması, başarı elde etmesi doğal bir şeydir, yapılması gereken bir davranıştır. Ama hiç bir çaba göstermeden bir cemaate, bir gruba, bir partiye, bir tarikata katılmayı başarı ya da kurtuluş için tek başına yeterli görmek, ümniyye’dir.

*Emek harcamadan, ter dökmeden, bedel ödemeden, dünyada başarı, Âhirette Cennet mümkün değildir.

*Başarı ve kurtuluş, imanda ve onun gerektirdiği salih amel işleme gayretindedir. Başarı çalışmada, üretmede, cehd (yoğun çalışma) göstermede, şartlara uygun davranmada, kısaca Allah’ın Sünnetine uygun iş görmededir.

*Gerçek böyleyken başarıyı ve iki dünyada da kurtuluşu gaibten gelecek mucizelerden, birilerinin göstereceği kerâmetlerden, gizliliklerden ortaya çıkacak mehdiler’den beklemek bir aldanıştır, Kur’an’ın deyimiyle gururdur.

*Müslümanlar, sırf müslüman oldukları için çalışmadan, gayret etmeden, emek sarfetmeden arzu edilen başarıya ulaşamazlar. Kur’an, insanların yalnızca ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılmayacaklarını, bir takım şeylerle deneneceklerini haber vermektedir.

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” (Ankebût 29/2)

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟

“Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Tevbe 9/16)
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتّٰى نَعْلَمَ الْمُجَاهِد۪ينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِر۪ينَۙ وَنَبْلُوَ۬ا اَخْبَارَكُمْ

“Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed 47/31)

*İslâm’a göre kurtulmuşluk ve seçilmiş topluluk iddiası geçersizdir. Herkesin bir kul olarak yapacağı bellidir. İslâm Allah’ın dinidir ve Peygamberin hayatında tamamlanmıştır.

*Şu ulusa, bu gruba, falanca kişiye bağlı olmak, şu cemaate mensup olmak kurtuluşun ve zaferin garantisi değildir.

İnsanlara düşen yeni din anlayışları, yeni üstünlük ve seçilmişlik ölçüleri uydurmak değil; fikirlerini, davranışlarını, hayatlarını İslâm’a uydurmak, ihlasla, ellerinden geldiği kadar Allah’ın razı olacağı şeyleri yapmaya çaba göstermektir.

İnsanların kuru iddialarının, boş kuruntularının, yani ümniyyelerinin sağlayacağı hiç bir fayda yoktur.

Şüphesiz ki Allah (cc) kendi yolunda olanı, ihlasla ibadet edeni daha iyi bilir.

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

“Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.” (En’am 6/117)

قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلٰى شَاكِلَتِه۪ۜ فَرَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ اَهْدٰى سَب۪يلًا۟

“De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.” (İsrâ 17/84)

Konuyla ilgili bir ilmi makalenin linki:

2. SON Meral Salman, Kuranı Kerimde Ümniyye (isamveri.org)