Okuma eylemi, okunması gereken dört kitap, Allah'ın ayetleri, Kur'an'ın önerdiği üç okuma biçimi: Tilavet, kıraat, tertil ve Allah adıyla okuma hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

18.12.2023 – 04 Cemâziye’l-âhir 1445

Zaandam-Hollanda

 

57. VAHİY IŞIĞINDA OKUMA EYLEMİ

-Âyetlerle ilgili okunması gereken dört kitap

İlâhi irade insanın önüne okuması ve anlaması, sonra da gereğini yapması için dört kitap koymuştur. Bunlar aynı zamanda tekvinî (kevnî) ve tenzilî (kavlî); yani afakta, enfüste ve Kitap’taki âyetlerdir.

Bunlar: Kâinat, insan, vahiy ve hadisât

-Hadisât; Allah’ın hem insan ve toplum bünyesine koyduğu yasalar, hem de bu yasalara uyan ve uymayan kişi ve kavimlerin Kur’an’daki ibretlik öyküleridir.

Allah (cc) tabiata, evrene ve bunlardaki her şeye bir yasa, düzen (mizan), uyum, işlev ve hedef koyduğu gibi; insan ve toplum hayatının düzeni, uyumu ve mutluluğu için de yasalar, ölçüler, hükümler, sınırlar koymuştur.

-Kevnî âyetler (tekvînî kitap):

Allah’ın Tekvîn sıfatıyla evrende yarattığı her şey. Kâinat da Tekvîn sıfatıyla yaratıldı ve o da bir âyettir.

Evrendeki sayısız varlıklar, sayısız tabii kanunlar, düzen ve ahenk, güzellik ve hayatın kaynağı olarak hepsi birer âyettir.

Bu âyetlerde ya âfakta, ya da enfüstedir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

         سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿53﴾

 “Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyleki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun.

Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şâhit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

**Âfakta; Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir. Bütün varlıklar, bütün olaylar Allah’ın ‘ol’ emriyle meydana çıkmış kelimeleridir.

Bunlar, insana Allah’ı tanıtmaları açısından da birer âyettirler. Kur’an’da pek çok örneği var. Bir kaç tanesini hatırlayalım:

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ

مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿5﴾

O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir.

Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır.

O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” (Yûnus 10/5. Ayrıca bkz: Yâsîn 36/37-40)

*Peygamberimiz (sav) Güneş’in ve Ay’ın Allah’ın kudretinin iki âyeti olduğunu haber veriyor. (Buhârí, Küsûf/1, 6, 17 no: 1040,1048, 1062-1063. Libâs/2 no: 5765. Müslim, Küsûf/3(10,29) no: 2102, 2122 )

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿3﴾

“Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmakları var edendir. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır. Geceyi gündüze bürümektedir.

Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.” (Râd 13/3)

*karanlığın derinliklerinde yol bulmak için yıldızların bir lâmba gibi var edilmesi âyettir.

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿97﴾

O, sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.

Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.” (En’am 6/97. Ayrıca bkz: En’am 6/95-96, 99. Nahl 16/12, 69. Şûarâ 26/7-8. Ra’d 13/4. Bekara 2/164. Âli İmran 3/190. Câsiye 45/5)

**Enfüste (yürüyen âyetler); insanın çevresinde bunca âyet olduğu gibi bizzat kendi yapısında âyetler vardır.

İnsanın harika yapısı, yaratılışı, hayatını devam ettirmesi, can-ruh, akıl, irade, zekâ sahibi oluşu, düşünebilme, icat edebilme ve hatırlama ve unutma kabiliyetlerinin oluşu hep birer âyettir.

Her insanın ayrı bir yüze, ayrı bir karaktere, ayrı bir kapasiteye, hatta ayrı bir sese sahip olması ne kadar düşündürücüdür.

İnsanın iç dünyasının derinliği, ortaya koydukları, düşünce dünyası hep olağanüstü değil mi?

Ma’rifete ulaşmak isteyenler insandan yola çıkabilirler. İnsan nasıl yaratıldı? İnsanın durumu ve konumu nedir?

Ahsen-i takvim ve eşrefi mahlûkat nedir?

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ ﴿20﴾

“Sizi topraktan yaratmış olması O’nun âyetlerindendir. Sonra siz, (yeryüzünün her tarafına) yayılmakta olan bir beşer oldunuz.” (Rûm 30/20)

وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًاۜ وَكَانَ رَبُّكَ قَد۪يرًا ﴿54﴾

“İnsanı bir sudan yaratıp onu soy-sop yapan O’dur. Senin Rabbin her şeye gücü yetendir.” (Furkan 25/54. Ayrıca bkz: Rûm 30/8, 22. En’am 6/98. Nisâ 4/1 v.d.) 

 

-Vahiy; Kur’an’dır ve tümü âyet olduğu gibi her bir ifadesi de âyettir.

-Bu dört âyeti okuma

Mü’min önüne konulan bu dört kitabı Allah adıyla ya da Allahlı okursa, ma’rifet sahibi olur ve konuyu anlar, idrak eder.

Konuyu anlamak başlangıçtır. Kişiyi bu hayat yolculuğunda hedefe doğru götürür.

Besmele bu okumanın anahtarıdır. Kişiyi okumanın amacına ulaştıracak başlama iradesidir. “Bismillahirrahmanırrahim” diye başlayan hem iman tazeler, hem eşyanın O Yüce Yaratıcıya ait olduğunu itiraf eder, hem de okumasının hedefini belirler.

Kişi okumaya Besmele ile başlıyorsa ve Besmele ile okuyorsa; Kur’an okumakla yaratıkları, tabiat olaylarını, evrendeki âyetleri okumak arasında farz yoktur. Değil mi ki Allah’ın âyetlerini okuyor.

O’nun kavlî (tenzilî) âyetleri Kur’an’da, kevnî (tekvinî) âyetleri de kâinattadır.

Üstelik âyetler Allah adıyla okunursa tam anlaşılır. Okunan ve anlaşılan âyetler insanı Allah’a götürür. Allah adıyla çıkılan yol, yolcuyu yolun sonunda menzil-i maksuda, yani Allah’a ulaştırır.

Mü’min kevni âyetleri de Besmele ile, Allah’ın adıyla okursa, hakikate ulaşır, Allah hakkındaki tasavvuru hak bir noktaya gelir.

Bu açıdan kişiyi Allah’a götürecek, Allah hakkındaki tasavvurunu düzeltecek bütün ilimler ve bilgiler değerlidir.

Zaten Allah (cc), vahyi (Kur’an’ı) “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emriyle göndermeye başlamıştı.

-Allah adıyla okuma

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿1﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ ﴿2﴾ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ ﴿3﴾ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ ﴿4﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ ﴿5﴾

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!

O, insanı “alak”dan yarattı.

Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak 96/1-5)

“Kur’an’a göre Allah’ın adı, hayatın her alanında insanın önüne çıkan duvarlarda açılan kapıdır. Dahası kapalı kapıları açan mükemmel ve muhteşem bir anahtardır.

İlk âyet bir emirdir: “Rabbinin adıyla oku..”

İlk vahiy insandan sadece okumayı değil Allah adına okumayı istemektedir.

Çünkü bütün akletme faaliyetleri bir okumadır. Allah adıyla okumayan insan, okuduğunu yanlış okur.

Bir şeyi kim adına okuyorsanız onu referans alıyor ve anlamlandırıyorsunuz demektir. Allah adına okumak kâinatı Allah’ı referans alarak okumak/anlamak demektir. İnsan böyle bir okuma ile hak ve hakikate ulaşır.

Varlık kitabını Besmelesiz okumaya çalışmak onu sahte ve ait olmadığı bir referans ile okumaya kalkışmaktır. Yanlış okuma sonuçta yanlış anlamaya, yanlış kararlara ve davranışlara götürür.

Allah adına okuma, okumaya konu olan her şeyin kutsal ve aşkınla olan irtibatını keşfetmektir. Allah adı zaten yücedir.

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ ﴿78﴾

“Azamet ve ikram sahibi Rabbinin ismi pek yücedir.” (Rahman 55/78)

Bu yüce isimle okumak okuyan herkesi ve okunan her şeyi O yüce olandan yola çıkarak anlamaya çalışmaktır.

Allah adına okuma Allah’ın her an hayata müdahele ettiğini görmedir.

O’nun her alandaki varlığını O’nun adıyla okuyan, bakan görür,

O’nun adıyla işiten kulak duyar,

O’nun adıyla işleyen akıl akleder,

O’nun adıyla bilen bilinç kavrar,

O’nun adıyla hisseden bir yürek fark eder.

Şu âyeti tekrar hatırlayalım:

Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan (fıkhetmeyen),

gözleri olup da bunlarla görmeyen,

kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar.

İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf 7/179)

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ ﴿65﴾

“De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.”

Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.” (En’am 6/65)

**Kur’an, kendisini veya âyetleri okumayla ilgili üç temel kavram kullanıyor: Tilâvet, kıraat ve tertîl.

 

-Tilâvet;

lafızları arka arkaya dizmek, tekrar etmek, aktarmak, gereğini yapmak, takip etmek anlamlarına gelir.

Şu iki âyette tilâvet “takip etmek” manasında kullanıldı.

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ 

Rabbin tarafından (gelmiş)  açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı (elinde)  bulunan kimse (inkârcılar gibi)  midir?...” (Hûd 11/17)

وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙ

Güneşe ve onun aydınlık veren parlaklığına; onu izlediğinde aya (yemin olsun)” (Şems 91/1-2)

 Buradaki “telâ” fiili oldukça dikkat çekici... Ay (Kamer) Güneşi (Şems’i) nasıl takip ediyorsa, Kur’an’ı okuyan ve kendisine Kur’an okunan da Kur’an’ı takip etmelidir. Bir anlamda onun hükümlerini, ilkelerini, dünya ve âhiret görüşünü hayatın vazgeçilmezi yapmalıdır.

Bu şekilde Kur’an okuyan kişi aklını ve gönlünü Kur’an’ın yörüngesine koyacaktır.

Ayın Güneşi takibinin en önemli sonucu, hem kendisinin aydınlanması hem de ışığını alıp başka taraflara yansıtmasıdır.

Tilâvet denen okuyuşta, bir taraftan Kur’an’ı takip etmek ve onun ilkelerini uygulamak vardır, diğer taraftan da onun ışığını alıp insanlığa yansıtmak anlamı vardır.

Işığı yansıtabilmek için önce aydınlanmak gerekir. Kendisi aydınlanmadan başkasını aydınlatmak mümkün değildir. Bu nedenle Allah (cc) insanın aydınlanmasını Kur’an ile iletişim şartına bağlamıştır.

Demek ki tilâvet sadece okumak değil, tekrarlamak ve aktarmak değil, aynı zamanda okunanı uygulamaktır.

-Kıraat;

tilâvetten farklıdır ve ondan daha geniş bir anlamı vardır. Çünkü kıraat, tilâvete göre daha entellektüel bir okluma faaliyetidir. Bu yüzden Kur’an okunurken şeytandan Allah sığınmamız emredildiği Nahl 16/98de tilâvet değil, kıraat kelimesi kullanılıyor.

فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿98﴾

“Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”

Şeytan  Kur’an’ı anlama çabasına yönelik kıraatı saptırabilir, tilâveti değil.

Kıraatten maksat; Kur’an’ı anlamak, düşünmek, içerisindekileri öğrenmek ve onu yaşamaktır.

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

O, insanı “alak”dan yarattı.

Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten,

böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir.” (Alak 96/1-5)

Bu âyetteki “oku” emrinin “utlu/tilâvet et” şeklinde değil de, “ikra/kıraat et” şeklinde gelmesi dikkat çekicidir.

Âyetteki emir yazılı bir metni okumak veya belli kelimeleri tekrarlamak değil. Çünkü vahiy, yazılı olarak gelmemeşti. Kaldı ki ilk vahyin geliş zamanı da gündüz değil, geceydi.

Öyle anlaşılıyor ki, âyette kasdedilen okumak; “düşünmek, duyurmak, tebliğ etmek veya ibret nazarıyla gözlem yapmak” şeklinde kendine özel bir çeşit okumaktır.” (Okuyan. M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/348)

“Oku” o hâlde her yürek fethetmek isteyen işe okuyarak başlamalı ve tabi ki okutarak başlamalı. Çünkü son vahiy söze oku buyruğu ile başladı ve Peygamberin yüreğini de bu emirle açtı:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku”

Oku emri, okumanın bütün anlamlarını içerisine alır. Kitabı oku, tabiatı oku, kâinatı oku, olayları oku, tarihi oku ve hepsinden öte kendini oku...

Okuyarak oku, düşünerek oku, duyarak oku... Ama inanarak ve Allah’ın adıyla oku...

Okuyarak bilgiyi, hikmeti,

yaşayarak tecrübeyi,

duyarak irfanı elde etmek mümkündür.

-Tertîl;

bu da bir tür okumadır. Tertîl: Bir şeyi güzelce dizmek, tertiplemek ve sözü kusursuzca açıklamak demektir.

Tertîl: Kur’an’da sadece iki yerde kullanılır. (Furkan 25/32. Müzemmil 73/4) İkisi de vahyi anlama ve hayata aktarma bağlamında gelir.

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ ﴿1﴾ قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلًاۙ ﴿2﴾ نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلًاۙ ﴿3﴾ اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلًاۜ ﴿4﴾

“Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Gecenin yarısında uyanık ol, ya bu miktarı biraz eksilt! Veya buna biraz ekle. Ve Kur'an'ı tertîl ile oku!” (Müzemmil 73/1-4)

Tertîl; özümseyerek, hissederek, yüreğinde duyarak, adeta vahiy ile bütünleşerek, yavaş yavaş okumak” demektir.

Kur’an, kendisini başkasına aktarırken de ağır ağır okumayı emreder.

وَقُرْاٰنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلًا

“Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ 17/106)

Kıraatte tertîl;  Kur’an’ı, acele etmeden, harfleri ve harekeleri açık bir şekilde, mana ve hikmetini düşünerek okumaktır. (Kurtubî’den)

Tertîl emrinin amacı, vahyin mânalarının akleden kalbe iyice hâkkedilmesidir.

 وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ جُمْلَةً وَاحِدَةًۚ كَذٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِه۪ فُؤٰادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْت۪يلًا ﴿32﴾

İnkâr edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan 25/32)

“Bazılarına göre tertîl; Kur’an’ı tecvid kurallarına göre en güzel şekilde okumak anlamına gelir. Halbuki maksat bu değildir.

Kur’an’ın Mushaf’a indirgenmesi gibi tertîl tecvide,

tecvid telaffuza,

kıraat ses sanatına indirgenmesi Kur’an’ın amaçları açısından isabetli   değildir.

**Bu üç okuma biçimine ilaveten; tefekkür de bir okuma biçimidir, mesela;

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿21﴾

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen (tefekkür eden) bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm 30/21)

zikir de bir okuma biçimidir,

tesbîh de bir okuma biçimidir; tıpkı kıraat ve tilâvet gibi. 

-Okuma eylemi

Buradan anlaşılıyor ki Kur’an okumak, onu önce diliyle teleffuz etmeyi (tilâvet),

ardından anlamayı (kıraat)

ve peşinden de sindire sindire okumayı (tertîl’i) gerektirmektedir.

Şöyle bir sıralama yaparsak, bu üç kavramın aralarındaki farkı ortaya koymuş oluruz: Tilâvet dilin,  

kıraat aklın veya zihnin,

tertîl ise kalbin veya gönlün okumasıdır.

Üç kavram birlikte; vahyin (Kur’an’ın) hayata okunmasını, yani hayatı inşa için okunmasını bildiriyor.

İdeal bir okuma üçünü de içine almalıdır. Bunlardan biri yoksa okuma eksik kalır. Çünkü bunlar gerçekleşince onunla aydınlanmış gönül, Kur’an’ı eylemlere yansıtır.

Bütün bu özellikleri düşündüğümüzde Kur’an’ı ağır ağır, yavaş yavaş, sindire sindire okumanın niçin emredildiği anlaşılır.

Allah (cc) Müzemmil Sûresinde Kur’an’ın tertîl üzerine okunmasını emretmekte, gerekçesini de vahyin mesaj, içerik ve sorumluluk ağırlığına bağlamakta...

Aynı şekilde Furkan 25/32de inkârcılara cevap olmak üzere Kur’an’ın peyderpey indirilmesi ve tertîl üzere okunması da, gönlün inşası ve motive edilmesi olarak belirlenmektedir. 

Kur’an-gönül ilişkisini doğru kurabilmek için Kur’an’ı yüzünden okumak yeterli olmaz, onu kalbin derinliklerinde hissederek okumak gerekir.

Yürekten okunan Kur’anın benliğe yerleşeceğinde ve hayatı proğramlayıp inşa edeceğinde şüphe yoktur.

İndirilişi 23 yılda peyderpey gerçekleşen Kur’an’ın okunuş şekli de tilâvet, kıraat ve tertîl içerikli olarak gerçekleşmeli...

Sadece fertlerin kendi özel okumalarında değil, İsrâ 17/106da belirtildiği gibi, başkalarına okunmasında da takip edilmesi istenen yol aynıdır.

Kur’an Allah’ın istediği gibi okunursa ölü hayat dirilir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿24﴾

Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 8/24) 

Cansız gibi duran insanın manevi dünyası manen canlanır. Böylece Allah’a duyduğu saygı nedeniyle boyun büküp O’nun yüceliği karşısında küçüklüğünü lisan-ı hâl ile itiraf edecektir.

لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿21﴾

Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)

Kur’an’ı sadece hastalara, ölülere veya namazda okunması yeterli değildir. Kur’an’ı anlamadan da okumak, hatta okumasını bilmeyenlerin sayfalarına bakmaları bile ibadettir. Ancak bilinmelidir ki Kur’an’ın indiriliş amacı bu ikisi de değildir. 

وعن ابن مسعودٍ رضيَ اللَّه عنهُ قالَ : قال رسولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : منْ قرأَ حرْفاً مِنْ كتاب اللَّهِ فلَهُ حسنَةٌ ، والحسنَةُ بِعشرِ أَمثَالِهَا لا أَقول : الم حَرفٌ ، وَلكِن : أَلِفٌ حرْفٌ، ولامٌ حرْفٌ ، ومِيَمٌ حرْفٌ » رواه الترمذي وقال : حديث حسن صحيح .

İbni Mes’ûd’un (ra) rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, F. Kur’ân/16 no: 2910 Hasen sahih garip notuyla)

Ebû Ümâme (ra) ben Resûlullah’ı (sav): “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir...” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Müsâfirîn/41(252) no: 1874

Osmân İbni Affân’dan (ra) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir...” (Buhârî, F. Kur’ân/21, 36 no: 5027, 5059)

Ebû Mûsa el-Eş’arî’den (ra) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime/30 no: 5427 F. Kur’ân/17 no: 5020, Tevhîd/57 no: 7560)

İbni Ömer’den rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, F. Kur’an/20 no: 5025, Tevhîd/45 no: 7529, Temennî/5 no: 7232)

(Bunun bir benzeri şöyle: Abdullah b. Mes’ud’tan rivâyet edildiğine göre Rasulüllah (sav) şöyle buyurdu: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı hak (yolda) tüketen, diğeri de Allah’ın kendisine hikmet verdiği ve bununla hükmeden ve başkasına öğreten kimse.” (Buhârî, İlim/15 no: 73, Zekât/5 no: 1409, Ahkâm/3 no: 7141, I’tisam/13 no: 7316)

Abdullah ibni Abbâs’tan (ra) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, F. Kur’ân/18 no: 2913 Hasen sahih kaydıyla)

Abdullah İbni Amr’dan rivâyet edildiğine göre Nebî (sav) şöyle buyurdu: “Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır.” (Ebû Dâvûd, Vitr/20 no: 1464)