Kur'an'da toplulukları anlatan kelimeler, kavim değil din anlamında millet, İbrahim milleti ve ona uymak, onların milletine (dinine) uymadıkça hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

08.01.2024 – 26 Cemâziye’l-ahir 1445

Zaandam

KİMİN MİLLETİNDENSİN?

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ

 وَقَالُوا 

الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ 

لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ 

Türkçe’de kavim, kabile veya belli bir topluluk anlamında kullanılan ‘millet’ kavramı, İslâm kültüründe daha farklı manalara gelmektedir. Bu kelime de dilimiz eksik ve farklı bir anlamda geçmiş.

Biz bunu Kur’an’a göre anlamaya çalışalım...

Kur’an’da insan topluluklar için kavim, aşiret, kabile, raht, şuub gibi kelimeler kullanılıyor. Millet kelimesi bunları anlatmak üzere kullanılmaz.

-Kavim;

Türkçe sözlükte kavim; kişinin içinde yaşadığı topluluk, insan topluluğu. Cemaat, ümmet, millet. Kendilerine elçi gönderilen topluluk. Halk, akraba, eş. Ayrıca aralarında dil, din, soy birliği, kültür ve tarih birliği olan insan topluluğu. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 917)

-Kur’an’da kavim 

Bunun aslı ‘kâme’ fiilidir. Bu da sabit durmak; ayakta durmak; hareketsiz durmak; ayağa kalkmak ya da dikilmek, otururken veya uzanırken kalkmak, azmetmek.

Bu fiilden bir kaç tanesini Türkçe’de de kullandığımız; kıyam, kıyâmet, kayyum, takvim, makam, istikamet, mukim, kâim, kâim-i makam, kaamet, ikâme gibi kelimeler var.

Kavim (çoğulu; akvâm); temelde sadece erkekler topluluğu kasdedilse de (Hucurât 49/11)  Kur’an’da genelde kadın ve erkekler topluluğu hakkında kullanıldı. (Nisâ 4/34) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 628) Türkçe’de millet kavim anlamında kullanılıyor.

Kur’an’da bu kelime tekil ve çoğul olarak 383 defa geçiyor.

-Aşiret, ma’şer;

Türkçe sözlükte aşiret; aynı asıldan gelen, birlikte yaşayan, konup göçen, göçebe topluluk. Oymak, kabile, boy. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 104)

Kur’an’da aşiret; yakınlar, akrabalar, arkadaşlar anlamında... 

Aslı aşera-on kelimesi.  Kişinin çocuklarıyla övündüğü, yani kendi gözünde mükemmel sayı mertebesine ulaşmış ailesi. Zira İslâm öncesi Araplarda mükemmel sayı on sayısıdır. 

Daha sonraları aşiret, kişinin kendi çocuklarıyla övündüğü akrabalarından meydana gelen her tür topluluğun ismi hâline gelmiştir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 501)

   قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ

“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz … (size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihadtan daha sevgili) ise…” (Tevbe 9/24)

وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ

“(Önce) en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ 26/214)

وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ

Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluk; “... babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, (Allah’a ve peygamberine düşman olanlara sevgi duymazlar).” (Mücâdele 58/22

Bunun fiil hâli ‘âşera’ güzel geçinmek, güzel ‘muâşeret’ مُعَاشَرَة 

birbiriyle toplumsal ilişkiler içinde bulunma demektir. Kur’an; “eşlerinizle güzel muâşeret edin” diyor. (Nisâ 4/19) (adâb-ı muâşeret)

Aynı kökten gelen ‘aşîr’ arkadaş, yoldaş, 

 لَبِئْسَ الْمَوْلَىٰ وَلَبِئْسَ الْعَشِير

“O (taptığı) ne kötü yardımcı, ne fena yoldaştır!” (Mü’minûn 23/13)”

ma’şer; birbiriyle kaynaşmış topluluk demektir. (ma’şer-i vicdan)

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْإِنْسِ

“Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” (En’am 6/128)

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُم

“(O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size peygamberler gelmedi mi?” (En’am 6/130)

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin...” (Rahmân 55/33)

-Raht;

İçlerinde kadın olmaksızın, on kişiden az olan erkekler gurubu. Bir görüşe göre, kırka kadar olan erkek topluluğu...

Bir kimsenin yakın akrabalarından oluşan bir ümmet, kabile, cemaat, kalabalık anlamına de gelir. 

وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ

“Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık.” (Hûd 11/91)

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ

“Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha mı itibarlı?” (Hûd 11/92)

وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ

“Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlardı.” (Neml 27/48)

 

-Kabile (kabâil);

Türkçe sözlükte kabile; bir soydan türeyen, bir arada yaşayan topluluk, göçebe aşiret, boy, oymak. (Doğan, M. age, s: 844)

Arapça’da kabilenin aslı ‘ka-be-le’ (masdarı; kabûl) fiilidir. Bu da bir yeri önüne almak, kabul etmek, tasdik etmek, isteyerek almak, razı olmak ve bağışlamak, mükâfatlandırmak, bir işe devam etmek; müsamaha gösterip icabet etmek. Hoşnut olup karşılığını vermek, benimseyip benimsetmek.

Bazı âyetlerde bu anlamda geçiyor. (Bkz: Bekara 2/123. Şûrâ 42/25. Ahkaf 46/16. Mü’min 40/3. Âli İmran 3/37)

Bu fiilden gelen ve bazılarını Türkçe’de de kullandığımız; kabul, kabl, mâ-kabli, mukâbil, mukâbele, kâbil, mutekâbil, kıble, istikbal, müstakbel, makbul, ikbâl, tekâbul kelimeleri var.

Kabile; bir araya gelmiş, birbirlerini kabul eden topluluk demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 592)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.

Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)

-Şu’ub;

Bunun aslı شَعَبَ : ‘şe’abe’; Bir şeyi toplamak ya da birleştirmek. O şeyi ayırmak, ayrıştırmak ya da bölmek fiilidir.

Bu fiil iki nehrin ırmağın birleştiği uç noktayı da ifade eder. Nehrin iki kola ayrıldığı yerden bakarsan zihnine tek bir şeyin iki kola ayrılması gelir. Birleştikleri yerden bakarsan zihnine iki şeyin birleşmesi gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 383)

Bu kökten gelen ‘şu’be’ (çoğulu; şuab); millet, kavim, ırk, topluluk, dal, bölüm, ağaç dalı. Parmaklar.  Bir kurumun alt bölümü, şu’be...

انْطَلِقُوا إِلَىٰ ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ

“Üç kola ayrılmış gölgeye gidin..”  (Kıyâme 77/30)

Şuayb ve Şa’ban da bu kökten gelir.

‘şa’b’ (çoğulu; şu’ub); şube, kısım, bölüm.  Halk, kabile, ulus, bölünmüş şey, kollara ayrılmış kabile...

 وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا

 “... Ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” (Hucurât 49/13)

-Millet;

Türkçe sözlükte millet; Din, inanç, ilâhi hükümlerin tamamı, şeriat... Mezhep, dinî meslek. Bir din veya mezhebe mensup olanların tamamı. Ümmet. Topluluk. Cemaat, Halk, ahâli...

İnanç, ortak tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk. Millet-i İbrahim; İbrahimin dini, tevhid-hanîf dini. (Doğan; M. age, s: 1143)

Bunun aslı ‘melle-imlâl’ fiilidir. Bu da sözlükte, söyleyip yazdırmak veya ezberden yazdırmak manasına gelir.

وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا

 “Ve dediler ki: (Bu Kur’an) öncekilerin masallarıdır. Onları (başkası) yazdırmış da (imlâ etmiş de) sabah akşam onlar kendisine okunuyor.” (Furkan 25/5)

‘emlâ’ aynı zamanda mühlet vermek (7 âyette),

ya da emel vermek, bununla sanki ona mühlet verilmiş, bir zaman tanınmış olur. (Muhammed 47/25)

-Kavram olarak millet;

‘Millet’; bir gidişi, bir yol tutuşu, bir sünneti, topluca bir yürüyüşü ifade eder. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 716)

Millet ile aynı kökten gelen ve bazılarını Türkçe’de kullandığımız  kelimeler: Milliyet, millî, melûl, melâl, temellul, beyne’l-milel...

“Millet’in aslı, tekrar’dır.” Bu mana, tekrar tekrar gidilip gelinerek çiğnenen yol için söylenen “tarîkun melîlun (işlek yol)” ifadesinden alınmıştır. 

Çoğulu ‘milel’dir. Sehristânî’nin eserinin adi: el-Milel ve’n-nihâl

Kavram olarak ‘millet’; bir toplumun etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, kitlenin uyduğu ve bağlı olduğu ilkeler ve takip ettiği yoldur.

Bu yolun hakk olanı olabilir, bâtıl olanı olabilir.

İslâm kültüründe “Allah’ın kulları için kitaplarında ve elçilerin diliyle koyduğu esaslar” şeklindeki tanımıyla din ve şeriatla eş anlamlı olduğu, ancak aralarında fark bulunduğu söylenmiş. 

İtikat, iman yönünden din,

amel ve uygulama bakımından şeriat,

sosyal realite bakımından da millet kavramları kullanılır.

“Millet, işitilen ve okunan bir şeye dayanması veya dikte edilmesi ve yazılması bakımından “din” karşılığında kullanılmıştır.

Bu çerçevede “el-milletü’l-İslâmiyye (el-milletü’l-Muhammediyye), el-milletü’l-Yehûdiyye, el-milletü’n-Nasrâniyye” veya “milletü’l-İslâm, milletü İbrâhîm, milletü’l-Mesîh, milletü Yehûd-yahudiyye, milletü’l-Mecûs, milletü’s-Sâbie, milletü’l-hak, milletü’t-tevhîd, milletü’l-küfr” gibi tamlamalarda belli dinleri ifade eder.

Kelime, muhtemelen daha sonraları kendisine sosyal bakımdan yüklenen anlamdan da etkilenip modern dönemde Batı’daki ‘nation’ kavramının karşılığı olarak Türkçe ve Farsça’ya geçmiş ve bu dillerde tamamen sosyolojik ve siyasal bir muhteva kazanmıştır.

“Millet ve şeriatın Allah’ın kullarından yapmalarını istediği, dinin ise Allah’ın emrinden dolayı kulların yaptığı şey olduğu,

şeriata kendisine uyulması bakımından din,

üzerinde birleşip bir araya gelinmesi bakımından millet adı verildiği söylenmiş.” (Şentürk, R. TDV İslâm Ansiklopedisi, 30/64)

“fulânun hasenu’d-dîni (falanın dini güzeldir)” ifadesi kullanılır, ama “hasenu’l-milleti (milleti güzeldir)” ifadesi kullanılmaz. Ancak “huve min ehli’l-milleti (o millet ehlindendir)” denilir. 

Her millet bir dîndir, oysa her dîn bir millet değildir. Yahudilik, bir millettir, çünkü bünyesinde şeriati ve bağlıları var. Oysa şirk, bir millet değildir.

Özetle ‘millet’; etrafında toplulukların toplandığı inancın ve ona inananların adı olmuştur. 

Millet kavramı din gönderilen peygamberin adıyla söylenir. ‘İbrahim milleti, Musa milleti’ gibi. Allah’ın dini denilebilir ama, Allah’ın milleti demek yanlış olur.

 

-Hadislerde millet

kelimesi Kur’an’daki anlamlarının yanında “doğuştan getirilen özellikler, fıtrat” mânasında da geçmektedir.

Bütün çocukların (İslam) milleti üzere doğduğunu, ancak daha sonra başka dinleri benimseyecek şekilde eğitilebildiklerini ifade eden hadisin bazı rivâyetlerinde millet yerine “fıtrat”ın geçmesi, iki kavramın eş anlamlı olarak kullanılabileceğini göstermektedir. (Müslim, Kader/6(23) no: 6759. Tirmizî, Kader/5 no: 2138 Hasen sahih kaydıyla. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 2/253, 381)

Hadislerde ayrıca İbrâhim milletinden ve onun hanîf ve müslim olduğundan bahsediliyor. (Ahmed b. Hanbel, 3/442),

Bazı hadislerde Hz. Muhammed’in ashabının İbrâhim milletini takip ettiği söyleniyor. (Ahmed b. Hanbel, 3/5, 123, 406, 407, 442. Dârimî, İsti’zân/54 no: 2691. Ebû Dâvûd, Dahâyâ/4 no: 2795)

Bir hadiste Ebu Cehil Ebu Talib’e; “Abdülmuttalib’in milletinden mi yüz çeviyorsun?” diye sormuş. (Buhârî, Cenâʾiz/80 no: 1360, Menâkıbü’l-ensâr/40 no: 3884, Tefsîr-16/ no: 4675 28/1 no: 4772. Müslim, Îmân/9(39) no: 132)

Abdullah b. Omer dedi ki: “Allah’ın adıyla hareket edin ve Rasûlullah’ın milleti ve O’nunla üzere hareket edin...” (Ebû Dâvûd, Cihâd/82 2614)

Rasûlüllah birini kabre koyarken bir defa “Allah’ın adıyla ve O’nunla ve Rasûlüllah’ın milleti üzere”, bir defa da “Allah’ın adıyla ve O’nunla ve Rasûlüllah’ın sünneti üzerine” dedi.” (Tirmizî, Cenâʾiz/54 no: 1046)

Hıristiyanların ve yahudilerin yetmiş iki fırkaya (millet’e) ayrıldığını, müslümanların ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağını bildiren rivâyette görüldüğü gibi (Ahmed b. Hanbel, 2/332, 4/102. Ebû Dâvûd, Sünnet/1. Tirmizî, Îmân/18)

hadislerde bir dinin mensupları arasındaki gruplar için fırka kelimesinin yanında millet de kullanılmıştır. (Şentürk, R. TDV İslâm Ansiklopedisi, 30/64)

-Kur’an’da millet;

Kur’ân’da millet kelimesi; biri Hz. İbrâhim, İshak ve Ya‘kub’a nisbet edilmek sûretiyle, yedisi “millet-i İbrâhîm” şeklinde (Bakara, 2/130, 135. Âli İmran 3/95. Nisâ 4/125. En’am 6/161. Yûsuf 12/37, 38. Nahl 16/123. Hacc 22/78),

yedisi de müstakil olmak üzere onbeş yerde geçmektedir.

Kur’an bu kelimeyi peygamberlere gönderilen inanç ve insanların gittiği yol anlamında kullanmaktadır.

Bu kullanışlarda İbrahim’in (as) adının öne çıkması dikkat çekiyor.

-Hanîf din

Kur’an insanları hanîf dinine davet ediyor. Hanîf inancının en önemli temsilcisi de İbrahim’dir (as).

Kur’an’da ‘hanîf’ 10, bunun çoğulu ‘hunefâu’ 2 yerde geçiyor.

Allah (st) Rasûlullah’a ve onun şahsında mü’minlere hanîf olmalarını emrediyor:

وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

"Yüzünü, doğruya yönelmiş olarak dine çevir, sakın ortak koşanlardan olma;

sana fayda da zarar da veremeyecek, Allah'tan başkasına yalvarma; öyle yaparsan şüphesiz, zalimlerden olursun" denildi.” (Yûnus 10/105-106)

Aynı emir ayrıca mü’minlere de yönelik:

حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ

 “Allah’a yönelen, O’na ortak koşmayan kimseler (olun).

Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.” (Hacc 22/31)

Ehl-i kitap da hanîf olmakla sorumlu idi:

وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ

وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ

 “Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine 98/4-5)

Millet kelimesinin kendisine nisbet edildiği brahim (as) örnek bir hanîf idi.

مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.” (Âl-i İmrân 3/67)

اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتًا لِلّٰهِ حَن۪يفًاۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

 “Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.“ (Nahl 16/120)

O (as) şöyle demişti:

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

 “Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’âm 6/79)

İslâm hem hanîf dinidir, hem de fıtrata uygundur. Rabbimiz Rasûlüllah’a ve müslümanlara şöyle emrediyor:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ

 ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ

 “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.

İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

-Hanif olan İbrahim’in milleti (7 âyette)

وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿130﴾

“Kendini bilmez beyinsizden başka kim İbrahim milletinden yüz çevirir.” (Bakara 2/130)

Kur’an, böylece İbrahim’in (as) tebliğ ettiği hanîflik ile Rasûlüllah’ın tebliğ ettiği tevhid dininin özü itibarıyla aynı olduğu vurguluyor.

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

“(Yahudiler) “Yahudi olun ve (Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler.

De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in milletine (dinine) uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Bekara 2/135)

*Allah (cc) önce Rasûlullah’a;

ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 “Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in milletine (dinine) uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.” (Nahl  16/123)

*Sonra mü’minlere İbrahim’in (as) milletine uymayı emrediyor:

قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

“De ki: “Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in milletine (dinine) uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Âli İmran 3/95)

*Zaten en güzel din İbrahim’in milletine uymaktır:

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ

 اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا

“Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in milletine (dinine) tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir?

Allah, İbrahim’i dost edindi.” (Nisâ 4/125)

*Rasûlüllah’ın yöneldiği din de hanîf İbrahim milleti idi.

قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

“De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in milletine (dinine) iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (En’am 6/161)

*Mü’minlere gönderilen din de İbrahim (as) milleti idi.

وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

“Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in milletine (dinine) uyun.

Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şâhit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şâhit (ve örnek) olasınız.

Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın.

O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!” (Hacc 22/78)

-Şu âyetler, millet kavramının anlamını daha açık bir şekilde ifade ediyor:

*Yûsuf (as), Allah’a inanmayan bir topluluğun milletinden yüz çevirdiğini, onların dinlerine tabi olmadığını söyledi.

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ

 “(Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir.

Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin milletinden (dininden) uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir.” (Yûsuf 12/37)

*Arkasından da hangi millete uyacağını şöyle açıkladı:

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un milletine (dinine)  uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz.

Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Yûsuf 12/38)

*Müşrikler kendi inançlarını millet olarak nitelediler.

مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ

Bildiğimiz son millette (dinde) böyle bir şeyi işitmedik; bu uydurmadan başka bir şey değil.” (Sâd 38/7)

قَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ

“Şu’ayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki:

“Ey Şu’ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim milletimize (dinimize) dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.” (A’raf 7/88)

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ

“Allah, bizi sizin milletinizden (dininizden) kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz.

Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik.

Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (A’raf 7/89)

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ

“İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim milletimize (dinimize) dönersiniz” dediler.

Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.” (İbrahim 14/13)

*Zalim ve puta tapan yöneticiler dinini terkedip Tevhid dinine inanan ‘Kehf ashabı’, birbirlerine;

اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا ﴿20﴾

“Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya sizi milletlerine (dinlerine) geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız” dediler. (Kehf 18/20)

*Gayr-i müslimlerin inancı aynı zamanda onların milletidir.

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿120﴾

“Sen onların milletlerine (dinlerine-inanç sistemlerine) uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle razı (hoşnut) olacak değillerdir.

Sen de ki "Allah'ın hidâyet yolu olan İslâm, doğru yolun ta kendisidir.

Sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâlarına uyacak olursan Allah'a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.” (Bakara 2/120)

*Rasûlüllah’ın sabah dualarından:

“Esbahnâ alâ fıtratı’l-islâm ve kelimeti’l-ihlâs ve dîni nebinâ Muhammed ve milleti ebînâ İbrahime hanifen müslimen ve mâ kâne mine’l-müşrikîn.

-İslâm fıtratı, ihlâs kelimesi, nebimiz Muhammedin dini üzere, müşriklerden olmayan müslüman ve hanif olan babamız İbrahim milleti (dini) üzere sabahladık.” (Ahmed b. Hanbel, 2/405. Dârimî, İsti’zân/54 no: 2691)