Keramet ile aynı kökten kelimeler, kerem/keramet olayı, velilerin kerameti hak mıdır?, keramati üç açıklama biçimi, kerametin olağanüstü olay olmadığı hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

14.01.2024 - 04 Recep 1445

Zaandam-Hollanda

58. KUR’AN’DA KERÂMET KAVRAMI

-Giriş

Kendisine yazık edilen, yanlış anlaşılan Kur’an kavramlarından biri de kerâmettir.

Kerem ve ikram sahibi’ el-Kerîm olan Allah (cc) Kur’an-ı Kerîm’i,

‘ekrem ve kerîm’ bir elçi olan Hz. Muhammed’i,

ahlâkın keremlerini öğretmek, insanları ‘kerem olan’ davranışlara davet edip kerâmetli olmalarını sağlamak için gönderdi...

Böylece insan kendi bünyesinde otantik olarak var olan keremini, kerȃmetini korusun, ‘ekrem’ yani daha keremli, ya da ‘mukremûn’dan yani ikram edilmişlerden olsun diye...

 

-Kerȃmet ve türevleri

‘Kerem, ikram, ikramiyye, kerîm, kerâmet, kirȃm, ekrem, mükerrem, mukrem (mukremûn) aynı kökten türemişlerdir ve aralarında anlam bağı vardır.

Bunların geldiği, ‘kerame’ fiili; bir şey aziz olmak, cömert olmak, aşağılıktan, zelil olmaktan arınmış olarak üstün, değerli, güzel ahlâklı olmak gibi anlamlara gelir. (Ece, H. K. Takva Bilinci, s: 121)

 ‘ekrame ve bunun masdarı ikram’; birine şeref/değer vermek, hürmet etmek, birisine bir şey vermek, iyilik etmek, cömert davranmak demektir.

Bu taltif, hem ikram sahibinin cömertliğini, hem de veren el olduğu için değerli ve hanedȃn olduğunu ifade eder.

Allah (cc) en geniş anlamıyla ‘ikram’ sahibidir. (Rahman 55/27, 78)

‘kerrame ve bunun masdarı tekrîm‘; tazim göstermek, faziletli/değerli kılmak demektir.

‘ikramiye’; atiyye, bağış, ücret anlamında,

‘kerem’, iyilik, bağış, üstünlük, şerefli olmak, cömert olmak demektir. Müslümanlarda bulunması gereken en güzel huylardan biridir. 

‘kerem’, Allah’a nisbet edilirse, O’nun kullarına ihsan edici ve nimet verici olduğunu,

insana nisbet edilirse, güzel ahlâk ve davranışları ifade eder. (el-Isfehȃnî, R. el-Müfredȃt, s: 646)

kerîm’ sıfat olarak; değerli ve şerefli olmak, iyilik sever olmak, çok cömert olmak gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/45)

Kerîm, Kur’an’da 27 defa geçmektedir.

-Kur’an, kerîm bir kitaptır

انَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ ﴿77﴾ ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ ﴿78﴾ لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ ﴿79﴾ تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿80﴾ اَفَبِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ ﴿81﴾

O (Kur’an), elbette kerímdir (değerlidir).  Saklı bir kitaptadır. Ki ona temizlerden başkası dokunmaz.

(O), Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir.

Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsununuz?” (Vâkıa 56/77-81)

Bunun anlamı, Kur’an şerefli ve üstün bir kitap olduğu gibi kerâmete yani ilâhí ikrama kavuşmanın, ya da değerli olmanın proğramını sunan bir kitaptır.

-Cebrail de şerefli-üstün bir elçidir.

اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ ﴿19﴾ ذ۪ي قُوَّةٍ عِنْدَ ذِي الْعَرْشِ مَك۪ينٍۙ ﴿20﴾

مُطَاعٍ ثَمَّ اَم۪ينٍۜ ﴿21﴾

“Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen bir elçinin getirdiği sözdür.” (Tekvir 81/19-21)

-Allah’ın arş dediği varlık da şereflidir.

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ ﴿116﴾

“Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur, O, yüce/değerli Arş'ın sahibidir.” (Mü’minûn 23/116)

-‘el-Kerîm’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. O, çok ikram sahibidir, cömerttir, insanlara bağışı ve affı bol olan demektir.

قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ ﴿40﴾

“Kitabın bilgisine sahip olan biri: "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: "Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır.

Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerîmdir" dedi.” (Neml 27/40. Ayrıca bkz: Ahzab 33/44. Dûhan 44/49. İnfitâr 82/6) 

-Rızkun kerîm (kerim rızık) (Enfâl 16/4, 74. Hacc 22/50. Nûr 24/26. Sebe’ 34/4) Allah’ın ikrâmı, insanın ikrâmına göre daha değerlidir, daha üstündür, daha muhteşemdir.

Kerîm’in çoğulu kirâm; çok değerli, çok şerefli olanlar demektir.

-İki âyette yazıcı meleklerin sıfatı olarak geçiyor.

وَاِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظ۪ينَۙ ﴿10﴾ كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ ﴿11﴾

“Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır.” (İnfitâr 82/10-11)

كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ ﴿11﴾ فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ ﴿12﴾ ف۪ي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ ﴿13﴾ مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ ﴿14﴾ بِاَيْد۪ي سَفَرَةٍۙ ﴿15﴾ كِرَامٍ بَرَرَةٍۜ ﴿16﴾

“Hayır! Şüphesiz ki bunlar, (gerçeğin) hatırlatılmasıdır. Dileyen ondan öğüt alır. O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir.” (Abese 80/11-16)

Mükerrem de keremli, şerefli kılınmış, değerli demektir. (Abese 80/13)

-Allah’ın ihlaslı kulları şöyledir: 

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا ﴿72﴾

“(O kullar), yalan yere şâhitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakarla (şereflice) geçip giderler.” (Furkan 25/72)

-Keremin mübalağa kalıbı ‘ekrem’; en cömert, en şerefli, en değerli ve yüce demektir.

-Kur’an bu sıfatı bir âyette takva sahiplerinin üstünlüğünü anlatmak üzere (Hucurât 49/13),

-bir âyette de el-Ekrem şeklinde Allah (cc) hakkında kullanmaktadır. Bu da herhangi bir karşılık almadan ve beklemeden veren, sınırsızca ikram eden demektir.

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿1﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ ﴿2﴾ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ ﴿3﴾ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ ﴿4﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ ﴿5﴾

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak 96/1-5)

-Allah (cc) ekrem (en üstün) olandır. Keremli (kerâmetli) olmanın, ya da neyin kerem/kerâmet olduğunu, keremli olmanın ölçüsü de O bilir.

-O, gönderdiği vahiyle kullarına kerâmet (yüce ve değerli olma) dersi vermektedir. Kerem sahibi olan elbette kerâmet dersi verir.

 ‘Mukrem’, kendisine ikram edilmiş, şerefli ve değerli kılınmış manasındadır. Mukrem, Kur'an'da beş ȃyette çoğul olarak (mukremûn-mükremîn şeklinde) geçiyor.

-İbrahim’e (sav) gelen elçiler keremli-şerefli idiler:

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ ﴿24﴾

“(Ey Muhammed!) İbrahim’in şeref verilen misafirlerinin haberi sana geldi mi?” (Zariyât 51/24. Ayrıca bkz: Enbiyâ 21/26. Saffât 37/42. Meâric 70//35. Yâsîn 36/27)

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ ﴿26﴾

“(Böyle iken) “Rahmân, çocuk edindi” dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş (ya da şerefli kılınmış) kullardır.” (Enbiyâ 21/26)

-Müslümanlar da ‘mukremûn’durlar,

yani kendilerine çok cömert davranılan, bol bol ikram edilen,

Cennetlerde ağırlanan, değer verilen, şerefli, ikram edilmeye değer kimselerdir.

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ ﴿41﴾ فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ ﴿42﴾

“İşte onlar (cennetlikler) için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.” (Saffât 37/41-42)

وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ ﴿34﴾ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ۟ ﴿35﴾

“Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir. İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir (ağırlanacaklar).” (Meâric 70/34-35)

قَيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ ﴿26﴾ بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ ﴿27﴾

“Ona "Cennete gir" denince, "Keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi!" demişti.” (Yâsîn 36/27)

Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösteren bir kimse elbette, Rabbine, kendisine, ailesine, çevresindekilere ve bütün insanlığa karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirir ve görevindeki başarısı nisbetinde de Allah’ın katında derecesi (keremi) yüksek olur.

Bunu da en iyi takdir edecek ve bilecek olan da Allah’tır. 

Görüldüğü gibi ’ke-ra-me fiili’, kerâmet ve türevleri genelde değerli, şerefli, üstün olma, bol bol ikram ve ihsanda bulunma, çok cömert, hanedan olma, Allah’ın verdiği değer anlamları etrafında dönüp duruyor.

Kerâmeti bu anlamlar çerçevesinde düşünmek gerekir.

-Kerâmet gerçeği

Yüce ve aşağılıktan uzak olan ruh’a ‘kerím ruh’ denir. Âhiret hayatına göre değersiz ve geçici olan yeryüzü hayatı dünya’dır. Dünya hayatı, kerâmetin (üstün ve değerli olmanın) karşıtı olarak deni’dir, yani değersiz ve kerâmete göre aşağıdır.

İnsanın kerâmeti (üstünlüğü), bu deni (değersiz/aşağı) olan dünya lezzetleriyle, dünyalık makamlarla, ya da dünyalık ölçülerle ortaya çıkmaz.

Onun değeri, Kerîm olan Allah’ın davetine uyarak, eksikliklerden ve yanlış olan şeylerden uzaklaşma gayreti ve O’nun öğrettiği kerâmet dersini almakla mümkündür.

İnsan, benliğine yerleştirilen takvayı ve fücûru (günah işlemeyi) (Şems 91/7-10) tanıdığı oranda kerâmete yönelir. Benliğinde bir kabiliyet olarak saklı olan takva yönüne adım atan herkes kerîm (kerâmetli) olur.

En çok takvalı olan da en keremli (yüce) olur.

Kur’an’ın insanlara sunduğu hayat proğramını takip etmeyenler; asla ne veli olabilirler, ne de Kur’an’da anlatılan kerâmete ulaşabilirler.

Kur’an’ın anlattığı kerâmet, bazı kimselere ait harika (olağanüstü) olaylar değil, takva bilinci ile Allah katında kazanılan değerli olma durumudur, ilâhi ikramdır.

Şunu da eklemekte yarar var:

“Kendisinde olağanüstü hâller görünen herkesi Allah’ın velisi saymak ve ona inanmak gerekmez. Her şeyden evvel, insanın yaptıklarına ve söylediklerine bakılmalıdır. Yaptıkları ve söyledikleri Kur’an ve Sünnet’e uygun düşüyorsa, ne kadar güzel...

Zira veliler (kerâmet hikayeleri ile değil), imanlarının nûruyla, İslâm şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla tanınırlar.” (İbni Teymiyye, Velâyet Risâlesi, s: 65)

*

-Kerâmet nedir?

‘kerâmet (kerâmeh)’ ‘kerem’ gibi ‘kerame’ fiilinin masdarıdır.

Kavram anlamıyla kerâmet; İslâmda şerefli, değerli, üstünlüğe sahip olmaya, ya da Allah’ın ikramına, ihsanına ‘kerem/kerâmet’ denir.

Müslümanların kültüründe kerâmet için üç çeşit açıklama biçimi var:

a-Allah’ın ikramı anlamında kerâmet

Kerem Allah’a nisbet edilirse, O’nun ikram etmesi, nimet, değer ve şeref vermesi, ihsanda bulunması anlamına gelir.

Öyleyse ‘kerâmetin ilk vurgusu’; Allah’ın el-Kerîm isminin sonucu (tecellisi) olarak kullarına ikramda bulunması, lutfetmesidir.

Üstelik Allah (cc) el-İkrâm’dır, ikram edicidir

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ ﴿26﴾ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ ﴿27﴾

“Yeryüzündeki herkes fanidir. Ancak azamet ve ikrâm sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.” (Rahman 55/27, 78)

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ ﴿15﴾

“İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.” (Fecr 89/15. Bir benzeri: Yûsuf 12/21)

يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَر۪يمِۙ ﴿6﴾ اَلَّذ۪ي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَۙ ﴿7﴾ ف۪ٓي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَٓاءَ رَكَّبَكَۜ ﴿8﴾

Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert (kerim) olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitâr 82/6-8)

el-Kerîm olan Allah’ın cennetliklere vereceği rızıklar da kerîm olur.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ ﴿4﴾

“İşte gerçekten mü’min olanlar onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler vardır, bağışlanma ve değerli (kerîm) rızık vardır.” (Enfâl 8/4)

İşte ikram sahibi, çok çok ikram/ihsan eden, değer veren, değerli ve ikramın öznesi el-Kerîm olan Allah...

Kullarına dünyada ve âhirette ikram eder. Şüphesiz Allah’ın ikramı hem değerli, hem olağanüstüdür. Onun ikram ettiği kul da kerâmetli olur, yani değerli olur, şeref kazanır...

İnsanlar ilâhi ikramlara, lütuflara her zaman kavuşabilir, olağanüstü zannedilen bir olayla karşılaşabilir, beklenmeyen yardımlara ulaşabilir.

Umulmayan bir anda sıkıntıdan kurtulmak, zor durumlarda birdenbire çıkış yolları bulmak, beklenmedik bir yerde başarı göstermek gibi... (Bkz: Talak 65/2-3)

Takva bilinci ile bu şekilde davranan bir kimse için (cc) Allah elbette o işinde kolaylık yaratır. (Talak 65/4)

Kur’an’ın müjdesi: İslâmı doğrulayıp iman eden, sonra da takva sahibi olanlara kolay olan şeyler nasib edilir. (Bkz: Leyl 92/5-7)

Bir tehlikeden kurtulan için “mu’cize eseri kurtuldu” denir. Aslında bu  Allah’ın o insana bir ikramıdır. Ancak çoğu insan bunun farkında olmaz. Herhangi bir kişinin kendi gücü veya özelliği zanneder.

Böyle yardımlara, ikramlara, desteğe, onura, çıkış yolu bulmaya, zorluklardan kurtulmaya kavuşan kimse, bunu kendi kerâmeti sayarsa, aldanır ve bu ikramı kaybedebilir.

Bu çeşit yardımlara, yani Allah’ın ikramına kavuşanlara hemen –yaygın anlamda- veli ünvanı vermek doğru olmadığı gibi, Allah’ın velilerinden sayılmak için de bu gibi olağanüstü özelliklere sahip olmak gerekmez.

Zaten “kerâmet göstermek” diye bir şey yok... Kerâmete nail olma, kerâmeti hak etme var...

Bilâkis bütün takva sahibi müslümanlar, yani Allah’ın veli mü’min kulları her zaman ilâhî kerem’e (kerâmete) kavuşurlar. Bu ikramın da olağanüstü (mu’cizevî) bir şekilde görülmesi şart değildir.

Mü’minler zaten kerem sahibi kerâmetli (yüce/değerli) insanlardır ama Allah (cc) dilerse bazı kullarına daha fazla kerâmet-kerem verebilir.

Ya da müslüman Allah (cc) katındaki değerini daha da artırabilir.   

-Allah’ın elçileri insanlara kerâmet (değerli olma) dersi veren mürşidler (öğretmenler), Allah’ın dostları (velileri) mü’minler de el-Kerîm olan Allah’ın kerâmet öğrencileridir. (C.Amûlí, Kur’an’da Kerâmet, çev.H. Kırlangıç, s: 18-20)

Peygamberler bu üstünlüğü (kerâmeti) aracısız olarak Rablerinden alırlar. Mü’minler de peygamberlerin öğrettiklerini uygulayarak, onlara tabi olarak, onları örnek alarak keremli (kerâmetli) olmaya çalışırlar.

Son Elçi’nin gönderilme sebebi? Muhammed (sav) buyuruyor ki: “Ben ahlâkın güzelliklerini (ahlâkın keremlerini) tamamlamak için gönderildim.” (Ahmed b. Hanbel, 2/381. Muvatta, Husnü'l Halk/8)

 

b-Değerli, şerefli ve üstün olma anlamıyla kerâmet

Kur’an kerâmeti fiil hâlinde şeref, değerli, üstün kılmak anlamında da  kullanıyor:

قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿62﴾

”(İblis) Yine demişti ki: “Benden üstün (keremli) tuttuğun kişi bu mu? Andolsun eğer beni kıyâmete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.” (İsrâ 17/62)

 وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلًا۟ ﴿70﴾

“Andolsun Biz Âdemoğlunu keremli (değerli) kıldık; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

Demek ki insanın fıtrî yapısı üstün, değerli, şereflidir. Her insan doğuştan keremli/kerametli olduğu gibi; ekrem, daha keremli, daha kerȃmetli olmaya adaydır. (Tıpkı herkesin doğuştan ‘halife’, ‘veli’ adayı olması gibi.)

O kendi seçimi ve çabasıyla bu keremini daha da yükseltebilir. Daha doğrusu zımnen yükseltmelidir deniliyor.

Herkese göre değerli, üstün, şerefli (keremli-kerâmetli), seçkin olmanın farklı ölçüleri vardır. Ama Rabbimiz bunları takva bilincine bağlıyor.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿13﴾

“Ey insanlar! Gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, en takvalı (etka) olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah Alîm’dir (bilendir), Habîr’dir (haberdar olandır).” (Hucurât 49/13)

Kimin de takvalı olduğunu da yalnızca Allah bilir.

Bir kimse ilâhí ölçülere dikkat ederek kötülüklerden uzaklaşır ve güzelliklerle donanırsa keremli olur, kerâmete ulaşır.

Kerâmete (yüce ve değerli olmaya, ya da Allah’ın ikramına) kavuşmanın yolu özel bir sınıfa mensup olmak, ruhbanlık değil, yanlızca takva bilinciyle hareket etmektir.

Allah (cc) Ekremu’l-ekremîn-keremlilerin en üstünüdür. Keremli (kerâmetli) olmanın yollarını ve neyin kerem olduğunu yalnızca O bilir.

-Buna göre ilâhi davet, insanları kerîm olmaya, kerâmete-değerli olmaya bir çağrıdır.    

Ebu Hurayra’nın anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Kur’an, Kıyâmet günü gelir ve kendisini öğrenip onunla amel eden için der ki: “Yarabbi, onu giydir.” Bunun üzerine ona kerȃmet (değelilik/şeref) tacı giydirilir. Sonra; Ey Rabbim, ona verileni artır der. Bu sefer ona kerȃmet (üstünlük) elbisesi giydirilir. Sonra; Yarabbi, ondan razı ol der. Allah (cc) da; “Ondan razı oldum” der. Bunun ardından ona “oku ve yüksel” denir. Ona her ȃyet karşılığı bir hasene verilir. (Tirmizî, F. Kur’an/18, no: 2915)

Semüra b. Cündeb (ra) Peygamber’in (sav) şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Haseb (insanlara göre asalet) maldır, kerem (kerâmet) ise takvadır.” (Tirmizî, Tefsir/50, no: 3271)

Ömer (ra) de takva hakkında şöyle demiştir: “Mü’minin keremi (kerâmeti), takvasıdır...” (Muvatta,  Cihad/35, Tenviru’l-Havâlik, 2/19)

 

c-Olağanüstü olay anlamında kerâmet

Tasavvuf çevrelerinin kerâmet tariflerinin ortak noktası şöyle:

Kerâmet, tabiat kanunlarının işlemesinin, muayyen bir an ve mekanda kesilmesi ile hâsıl olan fevkalâde (olağanüstü) hâldir.

Kerâmeti olağanüstü (harikulâde) bir olay kabul eden bu açıklama biçimine göre; o, veli (evliyâ) denilen kimselerin bir özelliğidir. Onu göstermek yalnızca evliyânın (veli kulların) hakkıdır.

Allah’ın veli kulları genellikle, diğer insanlarda olmayan kerâmetleriyle bilinir ve kendilerine bundan dolayı saygı duyulur.

Ancak Kur’an’da böyle bir kerâmet anlayışı yok... O kerâmeti (değerli olmayı) veli olmak gibi iman ve takva şuuruna bağlıyor.

Aslında insanın yaratılışından tutun da, evrenin muazzam düzenine kadar her şey Allah’ın mu’cizesidir, Kur’an’ın değişiyle âyetidir. Allah (cc) tarafından yaratılan her şey insana göre olağanüstüdür, âyettir. 

Allah (cc) kullarına her zaman ikram ediyor ve onların gözü önünde sayısız olağanüstü olay yaratıyor. İnsan bu olayları her gün gördüğü için pek farkında değildir. (Ece, H. K. Kur’an’da Üç Evliyȃ, s: 126-143)

Tasavvuf çevreleri kerâmeti, evliyâullah dedikleri kimselerin mahareti sayarlar.

Ancak kerâmeti olağanüstü (harikulâde, fevkalâde), yani bir nevi mu’cize sayan açıklama biçimi oldukça tartışmalıdır.

Böyle bir tanımdan hareket edenler belli ki tarihten beri sayısız kerâmet hikâyeleri anlattılar, anlatıyorlar. Bazıları şeyh, mürşid, ğavs, kutub dedikleri kimselerde olağanüstü şeyler görmek isterler. Göremezlerse kendileri uydururlar. (“Şeyh uçmaz mürid uçurur” deyiminde olduğu gbi)

Bu sebeple bütün kerâmet iddialarına şüphe ile bakmak gerekir.

Yine tarihen ve tecrübeyle sabittir ki bazı insanların hayatında, diğerlerine göre olağanüstü sanılan olaylar görülmüştür. İnsan ister ȃlim olsun, ister câhil, ister takva sahibi olsun, isterse din konusunda gevşek olsun; böyle olaylarla karşılaşabilir, şâhit olabilir.

Belki de bu anlamdan hareketle bazı kişilerin yanında görülen bazı ikrâmlara ‘kerâmet’ demişler. Ama bu ikram kişiye değil, Allah’a aittir.

Bunlara bakıp hem o kişiyi veli, özel adam, tasarruf sahibi, kerâmet ehli saymak doğru değildir. O kişinin yanında görülen olay belki sıradan bir şeydir; lakin görenler, anlatanlar onun olağanüstü olduğunu sanabilirler.

Bu gibi olayları Allah’ın ikramı, lütfu, hak edenlere yardımı diye anlamak gerekir.

Bir kimse için “kerâmet gösteriyor”, “kerâmet ehli” sözüyle “o kişi, olağanüstü işler yapabiliyor” denmek isteniyorsa; burada Tevhid inancı açısından tehlike var demektir. Zira hiç bir varlık Allah’ın yaptığını yapamaz.

 

-Evliyânın kerâmeti hak mıdır?

Tarikat ehline göre; “Velinin iki türlü tanımı vardır: 1)Dini maslahat üzerinde velilik tasarrufu (kerâmeti) görülen kimseler.

2)Veli, bil-fiil velilik tasarrufu bulunmasa da, bil-kuvve tasarruf sahibi olduğu sabit olan kimse.” (Gümüşhânevî, A. Z. Veliler ve Tarikatlarde Usûl (çev.), s: 48)

Görüldüğü gibi bu tanımlar Kur’an’ın veli tarifinden oldukça uzaktır.

“Tasarruf sahibi olmak” ifadesinin olağanüstü şeyleri yapabilme kudreti olduğunu hatırlayalım. Ki bu da Tevhid inancı açısından tartışmalıdır.

Halbuki Kur’an Allah’ın velilerini şöyle beyan ediyor (Veli ile ilgili dersi hatırlayalım): 

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿62﴾

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿63﴾

 “Haberiniz olsun; Allah’ın velileri (evliyâullah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup-sakınanlardır.” (Yûnus 10/62-63)

Bu âyetlere göre her mü’min Allah’ın velisi (evliyâullah) olduğu hâlde  birileri tarihten beri kendilerine göre bir veli anlayışı geliştirdiler ve onları özel bir sınıf saydılar.

Evliyâ denilince de pek çoklarının aklına kerâmet olayı gelir. Yani

1.Kerâmeti Kur’an bağlamından koparıp olağanüstü olay,

2.Sonra da bu anlamdaki kerâmeti velilerin tasarrufu, marifeti saydılar. 

Kböyle bir kerâmet anlayışı iman konusu olmadığı hâlde akaid kitapları onu peygamberlere iman konusunda anlatırlar.

Bunlar, evliyânın kerâmeti haktır, peygamberlere mu’cize verilmesi caiz olduğu gibi Allah’ın seçkin kullarının da kerâmet sahibi olmaları, kerâmet (olağanüstülük) göstermeleri caizdir derler.

Nesefî; “bir insanda meydana gelen fevkalâde hâller onun veli olduğunu göstermez” diyor ve arkasından şunu ekliyor: “Müslümanların ekserisi ve ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu evliyânın kerâmetinin vukuunu ve caiz olduğunu kabul etmişlerdir. Nebinin mu’cizesinde nebilik davası vardır. Velinin kerâmetinde ise nebilik iddiası yoktur....” (Nesefî, Ö. İslâm İnancının Temelleri Akâid, s: 154-155)

“Sünnet ve cemaat ehline göre evliyânın kerâmeti haktır. Kerâmet Allahın velilerden birinin elinde âdete, nizama aykırı bir şeyi izhar etmesidir.” (Ehl-i Sünnet Akâidi, Pezdevî, İmam Ebu’l-Yusr, M. (çev. Ş. Gölcük), s: 328)

M. Z. Kotku, “Her kim evliyânın kerametini inkâr ederse o da mübtedi’dir, ehl-i sünnet haricidir. Âyetleri inkâr ederse kafir olur. Çünkü âyette Süleyman’ın yanında ilim verilmiş kişinin kraliçenin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda getirmişti (Neml 27/40) diyor.

Arkasından onun nebi değil veli olduğunu iddia ediyor. Süleyman kavminden veli olur da Muhammed ümmetinden veli olmaz mı diyor. Sonra Meryem’e gelen meyveleri, Ashab-ı Kehf’i, şeytanı örnek veriyor.” (Kotku, M. Z. Ehl-i Sünnet Akâidi, s: 52-53)

Taftazânî de “Velilerin kerâmeti haktır” ve peygamberlik davası olmaksızın ondan zuhur eden hârikulâde hadiselerdir diyor. Sonra da kerâmet örnekleri sayıyor: Tayy-i mekan, ihtiyaç olduğunda yiyecek içecek zuhur etmesi, su üzerinde yürümek, havada uçmak, cansızlarla ve hayvanlarla konuşmak v.b. (Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi, (hazır. S. Uludağ), s: 312-317. Ayrıca bkz: Kılavuz, A. S. İslâm Akâidi ve Kelâma Giriş, s: 142)

Görüldüğü gibi akâid kitaplarına da girmiş veli kriteri iman ve takva değil, kerâmeti de olan özel kişiliktir. Taftazânî; “Çünkü bu kerâmet sayesinde o kişinin veli olduğu anlaşılır” diyor.

Tabi veli anlayışı bu olunca onlara yakıştırılan, sadece onlara ait olduğu zannedilen kerâmet de Kur’an’ın anlattığı gibi değil, bu şekilde olağanüstü olay olarak anlaşılır.

Kerȃmeti böyle anlayanlara Ebû Ali el-Cûzcânî’nin şöyle cevap verdiği rivȃyet ediliyor: "Sen istikamet (dinde dosdoğru olma) iste, kerâmet (olağanüstülük) isteme. Çünkü nefsin kerȃmet için uğraşmakta, halbuki Rabbin senden "istikamet" istemektedir."

Ebu'l-Hasan eş-Şâzelî de bu hususta şunları söylemiş: "Gerçek anlamda ‘kerâmet’: Dosdoğru bir istikametten ibarettir. Bu istikâmeti de tam olgunluğa eriştirmektir. Bu ise iki temele dayanır.

Allah'a gerçek manada iman etmekle

ve Allah'ın Rasûlü’nün getirdiklerine zâhirî ve bâtînî manada tabi olmakla sağlanır Kişiye düşen görev, bunları elde etmek için gayretini sarfetmesidir. ... Olağanüstü olay anlamında Kerâmete gelince, muhakkık âlimler nezdinde buna itibar olunmaz."  http://www.sevde.de/islam_Ans/K/keramet.htm

Şüphesiz Allah’tan (cc) başka hiç kimsenin yapamayacağı şeyleri; “Allah dilerse veli kullarına güç verir, izin verir, onlar da yaparlar” “Allah dilerse neden olmasın” demek böyle iddiaların kamuflajıdır, isbatı mümkün olmayan hayâllerdir.

 

-Sonuç olarak

Bir âlimi, bir büyüğü sevmek, itibar etmek, ilim ahlâkından istifade etmek için onun illa da özel olarak ‘veli‘ adının verilenlerden olması, onun olağanüstü özellikleri, gücü olması gerekmez.

Kaldı ki ölü veya diri hiç kimse hârikulâde (mu’cizevî) olayları, Allah’ın yapabileceği şeyleri yapamaz. Yaptılar diye anlatılanlar hikâye, menkıbe, masal olmaktan öteye geçemez. Çoğunun, kabul edilmesini sağlayacak sağlam delili, belgesi yoktur.

Mü’minlerin yapması gerken şey; birilerine ‘evliyâullah‘ ünvanı verip, onlara ait olduğu hayâl edilen olağanüstülüklerle meşgul olmak değil; iman ve sâlih amelle, takva bilinciyle Allah’ın velisi olmak ve O’nun lütfedeceği kerâmetleri; şerefli, değerli olmayı ve ikramları hak etmektir.

İnsanın kendi aslında (fıtratında) saklı olan kerâmeti (üstünlüğü) koruyup korumadığı Yaratıcı‘ya karşı duruşuna bağlıdır.  

Bu nedenle diyoruz ki; mü’minin kerâmeti/keremi (şerefi/değeri) onun takvası, sâlih amelleri ve güzel ahlâkıdır.

Tekrar; “kerâmet göstermek” diye bir şey yok... Kerâmete nail olma, kerâmeti hak etme var...