-Ahdin anlamı

Ahd/ahid’in aslı ‘ahide fiilidir. Bu da bir şeyi bir durumdan bir diğerine korumak, gereğini yapmak, bakıp gözetmek, talimat vermek, söz vermek demektir.

Buradan hareketle koruyup gözetilmesi gereken sözleşmeye, anlaşmaya isim oldu ki maksat da budur. (el-Cürcânî, et-Ta’rifât, s: 161)

‘Ahd’, isim olarak; gereği yerine getirilen şey, emir, taahhüt, yükümlülük, verilen söz, kayıt altına alınmış sözlü veya yazılı anlaşma demektir.

‘Ahd/ahid’te hem yemin, hem de kesin söz verme anlamı vardır. Bir başka deyişle yemin; ahdin dinî tarafını, söz verme de ahlâkî yönünü oluşturur. (Ece, H. K. İslâm’ın Temel Kavramları, s: 419)

“Falan kişi falana ahid verdi, yani ona bunu korumasını istedi” denir.

Aynı kökten gelen ‘muâhede’; şeriat dilinde yalnızca kafirlerden, müslümanların ahd-i emanı içine giren kimseler hakkında kullanılır.

Zevi’l-ahd; de aynı manadadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/317-319. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 523)

Ahdin koruma anlamından hareketle; akitlaşan iki taraf arasındaki belgeye, senede ‘uhdeh’ denmiş.

Ahid, kayıt altına alınmış sözlü veya yazılı anlaşma demektir. Ahid ahlâkî bir kavram olarak Kur’an’da ge­nellikle, birine söz verme, vaad ve taah­hütte bulunma, anlaşma yapma mânalarında kullanılıyor. Hadislerde de bu mânalar hem ahid, hem de va’d kav­ramlarıyla ifade edilmiştir. 

Genel olarak “bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, söz vermek” veya “ittifak, anlaşma, sözleşme” gibi mânalara gelen ahid kelimesi fiil hâlinde Kur’an’da 17 yerde geçiyor. (Mesela; Bekara 2/100, 125. Âli İmran 3/183. A’raf 7/102. Tâhâ 20/115. Ahzab 33/15. Yâsîn 36/60. Zuhruf 43/49. v.d.)

Bunlar yerine göre, hem insanların birbirine söz vermesi, hem de Allah ile kulları arasındaki bir tür sözleşme için kullanılmaktadır.

Kur’an’da Allah’la kulları ara­sındaki bir ahidleşmeden de bahsedil­iyor (Yâsîn 36/60) ve Allah adına veri­len ahdin bozulmaması isteniyor. (Nahl 16/91).

Allah’a verdiği ahidlerine vefâ gösterenler, buna karşılık vefâ görürler.

“Siz ba­na verdiğiniz ahde sâdık kalın ki ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim.” (Bekara 2/40)

Bir yoruma göre âyette geçen birinci ahid, Allah'ın kulla­rına olan emir, yasak ve tavsiyeleri, ikin­ci ahid ise Allah’ın kullarına vaad ettiği af ve mükâfatıdır. Diğer bir görüşe göre birinci ahid Allah’ın ahdi, yani kulları üzerindeki hakkı, ikinci ahid de kulların rableri üzerindeki haklarıdır. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/533)

-Ahde vefâ: Sözünde durmak, verdiği sözlere bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak gibi anlamları içi­ne alan ahde vefâ veya vefâlı olmak İs­lâm ahlâkının en önemli prensiplerin­den biridir.

Vefâ, ahdin îcâbını bütünüyle yerine getirmektir. Nitekim Kur’an’da “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın (evfû)” (İsrâ 17/35) deniliyor. Bir kimse ahdini, anlaşmasını veya sözleşmesini tamamladığı ve sözünü çiğnemediği zaman “vefâ bi-ahdihi-ahdini tamamladı” denir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 829)

Bir âyette şöyle deniyor: “ve evfû bi-ahdî, ûfi bi-ahdikum- ve ahdime vefa edin ki ahdinize vefa edeyim...” (Bekara 2/40)

Ahd etmek, yani bir şeyi yerine getirmeye söz vermek sorumluluğu gerektirir. Bu aynı zamanda Allah’ın emridir.

“...Ahd’i de yerine getirin. Doğrusu verilen ahd’de sorumluluk vardır” buyurmaktadır. (İsrâ 17/34)

“Ahidleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin” (Nahl 16/91)

Mü’minlerin özelliği: “... Onlar söz verdikleri zaman ahidlerine vefâ gösterirler...” (Bekara 2/177. İnsan 76/7)

İman, “yalnızca zihnî bir inanma, bunu dil ile söyleme değildir. Bunun  gereği olarak di­nî esaslara uymaya gönüllü bir taahhüttür (söz vermedir).

Bu açıdan iman ile ahid arasında sıkı bir ilişki vardır. Kur'an'a göre ah­de vefa, iman ederek Allah ile ahidleşmiş ve bu sûretle kendisini hür irade­siyle sadâkat mükellefiyeti altına sok­muş olan müminin ahlâkî bir borcudur. İslâm ahlâkında bu sorumlulu­ğun yerine getirilmesine ahde vefa ve­ya ahde riayet denir ki her iki tabir de Kur'an'dan alınmıştır.” (Bekara 2/ 177. Mü'minûn 23/8) (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/533)

Ahde bağlılık açısından insanlar Allah’ın huzurunda iki kısma ayrılırlar.

Birinci grupta olanlar verdikleri sözü yerine getirirler. Bu ahdin Allah’a ve insanlara verilmesi açısından farkı yoktur. (En’am 6/152-153. Ahzâb 33/23-24. Mü’minûn 23/1-11. Meâric 70/22-35)

Şüphesiz verilen ahd’i yerine getirmek (sözünde durmak) takvalı olmanın (Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranmanın) sonucudur. (Bekara 2/177. Âli İmran 3/76)

İkinci grupta olanlar ise ahd’lerine sadakat göstermezler. Böyleleri “Kâlû belâ’da”’ verdikleri ahd’e uymadıkları gibi, fıtratlarında olan yaratılış ahd’inin de gereğini yapmazlar. Bunlar Kur’an’ın münafık, fâsık ve inkârcı dediği kimselerdir. (Bekara 2/40)

Bu bağlamda iman bir ahidleşme, inkâr ise bu ahd’i bozmadır. Mü’minler Allah’ın ahd’ine vefa gösteren sâdıklardır. İnkârcılar, münafıklar ve fâsıklar ise bu ahd’e uymayan vefâsızlar, sadâkâtsizler ve döneklerdir.

-Bir de ‘Allah’ın ahdi-Ahdullah’ var.  

Kur’an, hem Allah’ın kullarına verdiği sözleri, vaadleri ve uyarıları, hem de kulların Allah adıyla yaptıkları ahidleri “ahdullah-Allah’ın ahdi” olarak anıyor. (Bkz: Bekara 2/27)

Bundan dolayı ahd’in en önemlisi Allah’a ait olandır diyoruz. Allah adına/adıyla yapılan sözleşmeler, verilen sözler, Allah adı anılarak, ya da O şâhit tutularak yapılan yeminler de önemlidir.

Kur’an iman edenlere bunu ahid, mîsak ve yemin kelimeleri ile hatırlatıyor. Verilen sözü ve yapılan andı yerine getirmenin büyük bir sorumluluk olduğunu beyan ediyor. Hatta Allah’ı şâhit tutatarak yemin ettikten, bir ahidde bulunduktan sonra bunu bozanları ağır bir dille tehdit ediyor.

Özellikle kulların ahidlerinin Allah’a nisbet edilmesi oldukça dikkat çekici...

Allah’ın ahd’i öncelikli olarak insanların ‘kâlû belâ’da O’nunla yaptıkları anlaşmanın gereğidir desek yanlış olmaz. Her ne kadar mahiyetini bilmesek de bu anlaşmanın, söz verişin bazı maddeleri vardır.

Buna ilâhi mukavele, ezelî sözleşme de diyebiliriz. Bu mukaveleye uymak ancak imanla başlar. Akılla idrak edilir, ilimle bilinir ve sorumluluk bilinciyle, ihlasla yerine getirilir.

Sözleşmeye uymanın sonucu da Allah’a karşı takvalı olma kazancıdır. Ya da ancak takvalılar ahidlerine uyarlar.

“Hayır, öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları (muttakileri) sever.” (Âli İmran 3/76),

Allah’ın ahdi (ahdullah) ifadesiyle; 1-Bazen Allahın akıllara yerleştirdiği şeyler,

2-Bazen Peygamberlerin kitap ve sünnetle ümmetine emrettiği şeyler,

3-Bazen de adak, yemin ve benzeri türden, sorumluluk olarak üzerimize aldığımız, ama aslında seriatın mecbur kılmadığı şeyler kasdedilir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 523)

Müfessirlere göre “kâlû belâ”; kulların Allah’tan başka rabb/ilâh tanımayacaklarına, yalnızca O’na kulluk yapacaklarına söz vermeleridir. Ya da bünyelerine (fıtratlarına) yerleştirdiği kabiliyet, potansiyel kulluk anlayışıdır.

Zaten insanın yaratılışının amacı da budur. Allah (cc), sayısız nebi (elçi) ve kitap göndererek insanlara bu ahd’lerini hatırlatmış, görevlerini onlara öğretmiştir.

Bunun yanında Rabbimiz bu ahd’ini yerine getirenlere mükâfat, yaptıklarına uygun karşılıklar söz vermiştir. (Nahl 16/91)

Hüseyin K. Ece

08.07.2023