Kişilik belli bir dünya görüşüne sahip olunan ahlâk anlayışına ve elde edilen kültüre göre şekillenir.

Aile çevresinin, yetişme ortamının ve geleneğin de kişiliğin kurulmasında önemli yerleri vardır.

İnsanı çoğu zaman sahip olduğu değerler ifade eder. Bazen de elde ettiği kültür onu tanıtır. Kültürün kalitesinin yüksek olup olmaması, şu veya bu coğrafyaya ait olması hiç önemli değildir.

Kişilik bir yapıya benzer. Yapıyı oluşturan malzemeler bütünleyici bir anlam ifade ettikleri gibi, sahip olunan kültür ve değerler kişilik yapısının oluşmasını tamamlarlar.

Değerler anlayışı ile ahlâk anlayışı arasında fark yoktur. İkisi beraberce kişiliğin ortaya konulmasıyla anlaşılır. İnsanın hayatı yorumlaması, davranışlara bir değer vermesi, kimi şeyleri yüce sayması, yaşantısının hedefi olması, erdemi ve soyluluğu önemli bulması gibi değerler kişilik belirtisidir. İnsan hayatına böylece yön verir, hedef belirler. Hedefsiz ve amaçsız bir yaşantının doyurucu olmadığı bilinen bir husustur.

Değerler ve ahlâk anlayışını kişi, bağlı olduğu dünya görüşünden alır. En yüce saydığı dünya görüşünün kendisine sunduğu hayat anlayışını benimser. Onun kutsal saydığı şeyleri benimser, onun çizdiği amaç doğrultusunda yaşamaya çalışır. Başka düşünceleri, diğer fikirleri, başkalarının sahip olduğu değerler sistemini kendi dünya görüşü çerçevesinde anlar. Kendi dünya görüşüne göre bir yaşantı biçimi benimser ve ona göre bir ahlâka sahip olur.

Bu demektir ki esasen kişiliği oluşturan ana öğe sahip olunan dünya görüşüdür. Bu bir anlamda inanç bütünlüğüdür. Kişi her şeye, inandığı ve kabul ettiği değerler açısından bakar. Yararlı ve önemli bulduğu şeyleri benimser, onları davranış haline getirir.

Toplumlar da tıpkı kişiler gibidir. Toplum bir ferdin büyütülmüş şeklidir dense yanlış olmaz. Toplumlar da fertler gibi kişilik sahibidirler. Onların kişiliğini de dünya görüşleri, değer yargıları ve ahlâk anlayışları belirler. Toplumun kimliği kişilerin toptan sahip oldukları kültürel yapının dışa yansımasıdır. Onları başka toplumların gözünde tanıtan şeyler, o toplumun kimliğidir.

Toplulukları birbirinden farklı kılan çeşitli öğeler vardır. Yaratılış farklılığı, soy farklılığı, mekan farklılığı, eğitim farklılığı, gelenek farklılığı ve kültür – bir anlamda dünya görüşü- farklılığı gibi şeyler. Bütün bunlar ve öteki ayırdedici özellikler toplumların karakterini ortaya koyar. Her toplum da bu ayırıcı özelliklerle bilinir. Bu farklılar elbette bir toplumun veya bir kişinin diğerine üstünlüğü anlamına gelmez. Ancak, bunlar kişileri ve toplumları tanıcı ana unsurlar, karakteristik özelliklerdir. Eskilerin deyimi ile ‘alamet-i fârikası’dır.

Kültürel kimlik; bir kişinin veya toplumun sahip olduğu bu ayırdedici özelliklerin yaşatılması demektir. Onları -hangi toplumda, hangi coğrafya üzerinde yaşarsa yaşasın – devam ettirmesidir. O sahip olduğu değerleri ve dünya görüşünü başkalarınki ile değiştirmemesidir.

Kültürel kimliğin korunması bir varoluş sorunudur. Kendi değer yargılarını bir kenara fırlatıp atan kişi ve toplumların, bir başka kimliğe bürünmesi güçtür. Bu değerler kişi ve toplum hayatında tıpkı vücuttaki omurilik soğanı gibi dengeyi sağlarlar. Omurilik soğanı çıkartılmış bir canlının dengesini kaybettiği gibi, yüce değerlerini terkeden, hastalanan, başkalarının kimliğine girmeye çalışan kişi ve toplumlar da dengelerini kaybederler.

Bu sorun biz Avrupa’da yaşayan azınlıklar, özelde müslümanlar için çok daha önemlidir. Biz, bize göre yabancı bir kültür ortamında yaşıyoruz. Üstelik bu kültür oldukça baskıcı ve başka kültürleri dışlayıcı bir özelliği taşıyor. Hakim (dominant) kültür her gün çeşitli araçlarla kendisini bize takdim ediyor. Hatta bu takdimi yaparken benimsenmesini de öngörüyor. Yabancı kültürlerin değişmesini ve kendileriyle entegre olmasını açık veya kapalı bir şekilde istiyor. Kısaca bizim kültürel kimliğimizi değiştirmemizi emrediyor.

Halbuki kültürel kimliğin değişimi ciddi bir olaydır. Bu, bir kişiye veya topluma sen kendin olmaktan vazgeç demek gibi bir şeydir. Diyelim ki buradaki –onlara göre- yabancı olanlar değiştiler ve kendi kültürlerini bıraktılar. Yerli kültür onları benimseyecek mi?

Bu bir anlamda timsah yumurtasından çıkana ‘sen tavuk oldun’ demeye benzemez mi?

Herkes kendi kültürel kimliğini korusun ve yaşatmaya çalışsın. Başkalarının sahip olduğu değerlere tabii gözle baksın. Böylesi toplumdaki bütün fertler için daha sağlıklıdır.

Hüseyin K. Eve

01.10.1991

Zaandam