Değerli okuyucular, sevgili gençler!

Herkes bir şeyler yapar, hem de hayat boyu... Kuvvet ve güç azalıncaya kadar... Dünya nöbeti bitinceye kadar...

Sabah olunca faaliyet başlar. Evde, tarlada, bahçede, atölyede, fabrikada, ofiste, pazarda, yollarda, devlet dairelerinde... Yani her yerde insanları hareket halinde görürsünüz.

Herkes bir işin peşinde, herkes bir şeyler yapmanın çabasında... Buna ister koşturmaca deyin, ister çalışma deyin, ister eylem deyin; farketmez. Bu insanların aktif olmasıdır.

Zaten insanlardan beklenen de bu değil midir? Eğer hasta, piri fâni ihtiyar, özürlü değilse, iş göremez hâlde değilse; o kişiden çalışma, çaba, hareket, aktiflik beklenir. Yerinde çöküp kalanda, aşırı tembel olanda, kendi ihtiyacını göremeyecek kadar üşengeç olanda hayır yoktur. Böylesi kendisine yüktür, evli ise evine yüktür, topluma yüktür...

Halbuki kişilikli insana yakışan başkasına yük olmak değil; yeri gelince yük almaktır. Yani başkalarının yükünü taşımasına yardımcı olmaktır. Hayata artı değer katmaktır... Ortaya koyduğu çalışma veya faaliyetlerle kendine, evine, topluma yarar sağlamaktır...

Bu tembelleri bir tarafa biz, her gün, her an, ömür boyu az veya çok çalışan, gayret eden kimselere bakalım.

Evet, herkes hayatı boyunca bir şeyler, çeşit çeşit çalışmalar yapar, eylemler ortaya koyar... İyi (hayır) veya kötü (şer), yanlış veya doğru, faydalı veya zararlı...

Öyle ya, bazıları bazı işler yapar da, yaptıkları kendilerine de, çevrelerine de zarar verir. Hatta suç olan işlere bile bulaşabilir. Ya da öyle işler yapar ki, hiç bir işe yaramaz. Zamanı boşu boşuna harcar da bir fayda üretmez, kâr etmez, bir işi başarmaz, bir görevi yerine getirmez, bir sorunun çözülmesine yardımcı olmaz...

Bu tesbitten sonra şöyle soralım: Tamam herkes bir şeyler yapar da sonuç (akıbet) kimindir? 

Her hareketin, eylemin, çalışmanın mutlaka bir sonuçları olur. İsterse yapılan şeyi kimse görmesin… İsterse dağların arkasında ıssız bir vadide yapılsın. İster denizin ortasında, tek başına bir kayıkta yapılmış olsun. “Ben yaptım, kimse görmedi, silindi gitti, hiç bir izi/eseri kalmadı” demenin anlamı yok.

Ya kâr ya zarar, ya kazanç ya eli boş kalma, ya elde edilen ile huzur, ya da kaybedilenle üzüntü… Ya bunca çabanın sonunda mutluluk, ya bunca yanlışın sonunda bedbahtlık… Hepsi mümkün…

Burada şu doğru sözları hatırlamak gerekir: “Ne doğrarsan tabağına o gelir kaşığına” “Eden bulur” “İyiliği yap at denize, balık bilmezse Halık (Yaratıcı) bilir.”

Yani kimsenin yaptığı kötülük yanına kâr kalmıyor. Kimsenin yaptığı iyilik de boşa gitmiyor. 

Her yerde insanlar arası, gruplar arası, kuvvetler arası, devletler arası rekabetler olur, yarışlar, övünmeler, kavgalar da olur… Hatta savaş bile... Sonuç; bir taraf diğer tarafa üstünlük sağladığı, kazandığını, başarıya ulaştığını iddia eder. Muradına erdiğini, istediğini elde ettiğini, hatta karşı tarafa haddini bildirdiğini zanneder.

Ama bakalım gerçek onların iddia ettiği gibi mi? Sonuçta kim kazanır kim kaybeder? Sonuçta kim haklı kim haksız?

Sonuç kimin lehine gerçekleşir? Akıbet kimin hanesine artı puan olarak yazılır? Sormaya değer…

Türkçe sözlükte akıbet: Son, nihayet, encam, netice. Eninde sonunda. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 36)  Bir iş veya durumun sonu, sonuç demektir. “Akıbetimiz hayrola”, “Niyet hayırakıbet hayır”, Az yaşa çok yaşa akıbet gelecek başa”, “aynı akıbete uğramak” derler.

Kur’an’da bir âyet var: “... O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (akıbet) korkup-sakınanlarındır (muttakilerindir).”  (Hûd 11/49) Ya da mesuliyetini bilip, sorumlu davrananlarındır.

Bu âyetteki akıbet; karşılık, hak edilen anlamındadır. Bu sevap da olabilir, ceza da olabilir. Nitekim bir âyette “Sonra o kötülük yapanların akıbeti çok fena oldu” (Rûm 30/10) deniliyor. (Bkz: el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 509)

Demek ki akıbet; yani iyi sonuç, kazanma veya başarı sorumlulukla hareket edenlerindir.

Akıbet; iyilerindir, iyilik edenlerindir, güzel ahlâk olanlarındır.

Akıbet; doğruların, dürüstlerin, işlerini güzel yapanların, sağduyu ile hareket edenlerindir.

Akıbet; yerinde, yeteri kadar, planlı, düzgün çalışanlarındır.

Akıbet; insan haklarına riayet edenlerin, adaletli olanlarındır.

Akıbet; merhametli ve vicdanlı olanların, yardımseverlerindir.

Akıbet; başkalarını da düşünenlerin, kendisi için sevip istediğini başkası için de isteyenlerindir.

Bunların hepsi ve daha fazlası güzel akıbeti hak edenlerdir.

Bir de Rûm 30/10. âyette geçen kötü akıbeti hak edenler var.

Kötü akıbet; gereği gibi veya yerine göre yeteri kadar çalışmayanların, tambellerin, kurallara uymayanların, zamanını boş işlerle geçirenlerindir.

Kötü akıbet; kötülerin, katillerin, vahşilerin, merhametsizlilerin, zalimlerin, vicdansızların, zayıfları ezenlerindir.

Kötü akıbet; insanların haklarını çiğneyenlerin, gâsıpların, kriminel olanların, cânilerin, gaddarların, azgınların, bencillerin, kibirlilerindir.

Kötü akıbet; katı yüreklilerin, gücü yettiği hâlde kimseye yardım etmeyenlerindir.

“Akıbetimiz, akıbetiniz hayrola”

drs. Hüseyin K. Ece

25.11.2023 Zaandam